Rivayete göre Hazret-i Yusuf yakışıklı, boyu posu ve endamı yerinde insan güzeli bir peygamberdir. Nereden biliyorsun? diye sorarsanız, ben de Şair Bâkî’nin şu beytini şahit gösterebilirim:

Seni Yûsuf’la güzellikte sorarlarsa bana

Yûsuf’u görmedim ammâ seni ra’nâ bilirim

Şair sevgilisi için söylüyor bunu. “Ra’nâ” yani çok güzel, pek âlâ. Öyle ki devrinde güzelliği ile nam salan Züleyha’nın bile yüzüne kimse bakmazken, yıldızlara nispetle ay misâli dikkatler hep Yusuf’un üzerinde toplanır. Sünbülzâde Vehbî’nin dediği gibi:

Kim bakar rû-yı Züleyhâ’ya dururken Yûsuf

Hazret-i Yusuf’un imtihanı Züleyha ile karşılaştıktan sonra başlıyor. Kıssa meşhur: Züleyha bir gün rüyasında Yusuf’u görerek âşık olur. Kendisi çok güzel bir kız olduğu için kimseyi beğenmez ve nice Mısır sultanının evlenecek yaşa gelmiş gençlerini reddeder. Babası nihayet çareyi, kimseyi beğenmeyen burnu büyük Züleyha’yı Mısır Azizi ile başgöz etmekte bulur. Bu arada kardeşleri tarafından kuyuya atılan Yusuf bir kervan tarafından kurtarılarak Mısır pazarında mezada çıkarılır ve Züleyha’nın ısrarı üzerine satın alınıp saraya getirilir. Züleyha oğlan güzeli olan çocuğa karşı iç geçirerek bayılır. İş o raddeye varır ki Azizin karısı Yusuf’tan murad almak ister. Korunaklı bir kimse olduğundan o da efendisinin karısına karşı kötü niyet beslemekten Allah’a sığınır. Keçecizâde İzzet Molla dünyanın cezbedici güzelliklerine gönlünü kaptırıp ondan nefsini kurtarmak gerçek erliktir, der şu mısraında:

Züleyhâ-yı cihândan dâmenin tahlîs erliktir

Allah’ı var, Züleyha da çok güzel kızmış. Yukarıda da belirtildiği gibi kendisi bir padişah kızı olduğu için devrinin bütün hükümdarları talip olmasına rağmen kimseye gönlünü kaptırmamış. Tâ ki Mısır Azizi isteyene kadar. Ona da gönlünün bir parçasında yer vermiş. Kadim şairlerimiz dünya nimetlerinin aldatıcı güzelliğini Züleyha’ya benzetiyor: Makam, mevki, para, pul vs. Gerçek kahramanlığın bütün bu nimetler karşısında uyanık olmak, nefsin ayartıcı tahriklerine karşı aldanmamak konusunda ittifak ediyorlar. İzzet Molla şu beytinde de aynı konuya değinir:

Bin şîvesi vardır bu Züleyhâ-yı cihânın

Ey Yûsuf-hüsn eyleme zindânı ferâmûş

Ey Yusuf yüzlü, zindanı unutma ki dünya Züleyha’sının insanı baştan çıkaran nice bin cilvesi vardır. Azizim, Yusuf gibi zindanın bin türlü meşakkatinden geçip de arzu ve isteklerin Züleyha’sına ulaşmayı sen kolay mı sanıyorsun? diyor Süleyman Fehîm ki çok haklıdır:

Züleyhâ-yı murâda vâsıl olmak hayli muşkildir

Azîzim Yûsuf-âsâ bend-i zindân olduğun var mı

 

Senin hapse atılmışlığın ve Yusuf gibi zindan sınavında denenmişliğin var mı? Bu sınavdan geçersen ancak muradına ulaşabilirsin. Koca Râgıb Paşa da aynı şekilde düşünür. Nefsin istek ve arzularından kurtulmak ancak izzet sermayesine -Yusuf için bu peygamberlik- sahip olmakla mümkündür. Muradına erişmek isteyen Züleyha, Yusuf’un gömleğini arkasından çekip yırtmasaydı izzet sahibi olduğu ispatlanamazdı. İşte bunu söylüyor Râgıb Paşa:

Hevâ-yı nefsten sermâye-i izzettir istiğnâ

Azîz olmazdı Yûsuf çekmese dâmen Züleyhâ’dan

Şeytanı Züleyha’yı boş bırakmaz. Yusuf odasında yatarken uğrun uğrun onun odasına gelir, fırsatını buldukça tacizde bulunmayı düşler. Bu düşüncesini gerçekleştirdiği anda Yusuf kapıya koşar. O da onun arkasından seğirterek gömleğini arkadan yırtar. İkisi birden kaçarken hiç ummadıkları bir anda Azize yakalanırlar. Züleyha kendini kurtarmak için cazibesine kapıldığı delikanlıya iftira eder ve otoritesini kullanarak hapse attırır. Nâbî şu beytinde işte buna değiniyor:

Tutan bir dâmeni elbette maksûdun bulur derler

Görenler Yûsuf’un dâmânın dest-i Züleyhâ’da

İnsanlar zanneder ki bir eteğe yapışırsak mutlaka arzularımızı elde ederiz. Hayır! Mesele bir eteğe yapışmak değil, o eteğe lâyık olmaktır. Başka bir beytinde ise Nâbî:

Yûsuf gibi envâ-ı mihen çekmeğe mevkûf

Âsan değil ihvâna veliyyü’n-niam olmak

diyerek bir kimsenin çevresindekilere söz geçirmesi, onlara itimat telkin etmesi kolay değildir, görüşüne yer verir. Bunun için hayli sıkıntı çekmek, feleğin tokatını yiyerek meşakkatlere göğüs germek gerekir. Kıtlık günlerinde Yusuf’un kardeşlerine ikramda bulunması, çektiği meşakkat ve sıkıntıların sonucudur. Pertev Paşa’nın şu şiiri de bizi aynı kapıya çıkarır:

Mihnete sabreyleyen râhat bulur kim Yûsuf’a

Saltanat tahtının evvel pâyesi zindân idi

 

Bu dünyada zorluk ve sıkıntılara göğüs geren ve sabreden eninde sonunda rahat bulur. Zira sabrın sonu selamettir. Hiçbir zulüm insanın yanına kâr kalmaz. Bak gör Yusuf’un durumuna, Mısır’da saltanat sürmeden önceki hâli hapis hayatıydı. Zindanda sabrederek rahat buldu. Hamdullah Hamdi Yusuf ile Züleyha mesnevisinde, aşk ülkesine sülûk edip yolunu oraya düşürmeyen kimsenin, gönüllerin Yusuf’una sahip olması mümkün değil der şu veciz beytinde:

Aşk mısrına olmayan sâlik

Yûsuf-ı kalbe olmadı mâlik

Nevres-i Kadîm biraz şüpheci mi ne! Yusuf’un başına gelenleri göz önünde bulundur da etrafında bulunan kardeşlerine çok güvenip gönül bağlama, diyor şu beytinde:

Olma dil-beste Nevres ihvâna

Yûsuf’a neyledi birâderi gör

Kardeşin kardeşe ettiğini kimseler etmediler. Geçmişte ve bugün bunun nice örnekleri vardır. Yakın çevremizde bile buna şahit olabiliriz. Lâedrî de Nevres Efendi’nin yolundan giderek şöyle der: Yusuf ile kuyu kıssasından şunu anla ki zamane kardeşlerinin iki yüzlü davranışlarına aldanıp bel bağlama:

İhvân-ı asrın olma rübûde riyâsına

Fehmet bu râzı kıssa-i Yûsuf’la çâhdan

İş dönüp dolaşıp Fethi Gemuhluoğlu’nun dediğine geliyor: Önemli olan yol arkadaşlığı mı, bel arkadaşlığı mı? Son şiirimiz, kendi adıyla kurduğu kütüphanesiyle anılan Âtıf Efendi’nin kulağımıza küpe olan bir mısraı olsun:

Ol Yûsuf’uz ki ismetimizdir günâhımız

Kendi masumiyetimizin yegâne günahımız olduğu ancak bir kibar ve şair sözü olabilir. Hata etmekle ve günah işlemekle malul olan insanoğlu için orijinal bir mazmun.   

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir