Biz kitaplı bir medeniyete mensubuz. Cemil Meriç “Her toplum bir kitaba dayanır: Ramayana Neşideler Neşidesi ve Kur’an, senin kitabın hangisi?” diyordu. Bizde bir tanesi bin kitap eden pek çok kitap varmış. Hasbelkader kütüphanede vazife aldıktan sonra bunları fark etmeye başladık. Mesela Hüseyin Vassaf gibi, Bursalı Tahir gibi, İbnül Emin Mahmut Kemal İnal gibi zevat-ı kiramla tanışınca arayanların bulduğunu, bulanların da arayanlar olduğunu öğrendik.

Nazım Kıbrısî hazretleri kitaplarla ilgili bir sohbetinde “Muhammediye daha ağırdır. Bir hocayla bir bilenle okunmalıdır. Kardeşinin kitabı Envarü’l Âşıkîn daha kolaydır. Ondan okumaya başlamalı” diyordu hanımlara. Bu eseri kütüphanede görmüştük ama muhtevasından da haberdar olmak için karıştırmaya başladık. İrfanımızın, edebiyatımızın metin savunucularından Haluk Dursun Hoca’mızın da üstadı Mehmet Şevket Eygi’nin sahibi olduğu Bedir Yayınevi’nce neşredilmiş bir güzel cilt. Takdim yazısını merhum Eygi yazmış. Oradan iki paragraf buraya nakledelim:

“Doğru ve yanlış bilgilerin, faydalı ve zararlı kanaatlerin, sağlam ve çürük elmaların bir küfeye rastgele dolduruluşu gibi bir araya geldiği bu kitapları okuyarak ehl-i sünnetten sapmış, kafaları dumanlanmış bu züppeler “Envarü’l-Âşıkîn” gibi irşad kitaplarını beğenmezler, çok avâmi bulurlar. Halbuki elinizdeki şu Envârü’l-Aşıkîn beş asırdan beri Türkçe konuşan müslümanları aydınlata gelmiş, onlara imanın tatlılığını, ibâdetin zevkini, Allah korkusunun lüzumunu, Peygamber sevgisinin zaruretini öğretmiş çok faydalı, çok mübarek, çok aziz bir eserdir. Halk için yazıldığından eski kıssalara, büyüklerin menkıbelerine, Cennetin nimetlerine, Cehennemin azap ve mihnetlerine geniş yer verilmiştir. Eser genellikle Kur’anı Kerim âyetlerinden, Peygamber hadislerinden, Selef-i Sâlihin “eser”lerinden, her asırda yaşamış Rabbani âlimlerin, kâmil mürşidlerin örnek davranışlarından derlenmiş bilgiler hazinesidir.

Elinizdeki bu kitap beş asrı geçen uzun bir zaman boyunca imana, İslam’a, Kur’ân’a, Şer-i Şerife, Sünnet-i Seniyyeye, nurlu ehl-i sünnet yoluna hizmet etmiştir. Bu kitap insanları Cenab-ı Hakka itaata ve teslimiyete çağırmaktadır. Bu kitabın müellifi ehlullahtan bir zattır. Bu kitabı okuyanlar iyiye, güzele, doğruya yönelirler. Bu kitap küfrün, şirkin, şeytanın, nefsi emmârenin, eğriliğin, çirkinliğin, kötülüğün düşmanıdır, işte bu sebeplerden dolayı bu kitap asırlarca okunmuştur. Ve bundan sonra da okuna gelecektir. Bid’atçi züppelerin hoşuna gitmese de…”

 Âhmed Bican ve Yazıcıoğlu Muhammed 15. yy. ilk yarısında Peygamber aşkıyla yaşamış, âlim ve fâzıl iki kardeş. Ahmed Bican Envarü’l Âşıkîn eserinin telifinden bahsederken kardeşini şöyle anlatır:

“Benim bir karındaşım var idi. Âlim ve arif ve fâzıl ve kâmil, Allahü Teâlâ Hazretleri’nin hâsı ve erenlerin serveri idi. Ve dahi cihanın kutbi Şeyh Hacı Bayram(k.s.)’in mahremi esrarı idi. Ve dâim ben miskin ve derviş Ahmedi Bicân eydürdüm ki, «ey gözlerim nûrı karındaşım dünyanın bekası ve rüzgârın vefası yokdur. Bir yadigâr düz ki âlemlerde okunsun. Benim sözüm ile ol dahi «Megaribü’z-Zamân» adlu bir kitab yazdı. Ålemlerde ne denlü zahir ve batın tefsir ve tahkik var ise elhâsıl on iki ilmin hâsılın anda bir yire cem’ eyledi ve andan sonra bana eyitdi: «Yâ Ahmedi Bîcân, işte, ben senin sözin ile cemî’ âlemlerin şerâyiîn ve hakayıkîn bir yire cem’ eyledim, imdi sen dahi gel, bu kitâb ki, «Megaribü’z-Zamân» dır, bunu Türkî diline terceme eyle, tâ ki, bu bizim ilin kavmi dahi maârifden ve envârı ilimden faide görsünler». Ben miskin dahi anun mübarek sözi ile işbu kitab ki, adı «Envårü’l-Âşıkin» dır, Gelibolu’da tamâm itdim.

Dürri meknûn ister isen «Envârü’l-Âşıkîni mütâlâa eyle

ve eğer ecr-i gayrı memnun ister isen «Muhammediyye» yi mütâlâa eyle”

Hacı Bayram dervişlerinden Ahmed Bican, bu kitap için de niyaz ve duada bulunmaktadır.

“Hacı Bayram (k.s.) beni sâhib-i sır kıldı şunun üzerine ki, ahvâl-ı enbiyanın zahirine muvafık beyân oluna ve makamât-ı evliyanın bâtınına mutabık ayan oluna. Ve dahi tefsir ve tahkik arasında tatbik oluna. Ve evvellerin ve âhirlerin ilmi bunda tahkik oluna. Hak Sübhânehu ve Teâlâ Hazrelerinden dilerim ki, işbu kitabı dünyada yüce kıla ve âhiretde bana ve yazanlara ve okuyanlara şefi eyleye ve uçmakda yoldaş eyleye ve dahi bu kitabun ismini (Envâru’l-Âşıkîn)) deyü ad virdim”

600 yıldır zevkle okunagelen Envar’ül Âşıkin kitabından seçmeler yaparak bazı taliplerin haberdar ve zevkiyâb olması için bu eserden seçmeler yaptık:

***

“Nakledildiğine göre, İsrailoğulları fesat çıkarınca Hak Teâlâ Buhtu’n-Nasr’ı, altıyüz bin askeri ile üzerlerine gönderdi. Onları helak etti. Tekrar âsi oldular. Hak Teâlâ bu defa Rûm (Anadolu) padişahlarından bir padişah gönderdi. O geldi, yüzseksen bin kişi öldürdü ve Beyt-i Mukaddes’i yıktı. Tâ Hazret-i Ömer’in (r.a) zamanına kadar harab kaldı. Hazret-i Ömer (r.a) Kudüs’ü fethettikten sonra Beyt-i Mukaddes’i sahabe ile birlikte tekrar yaptı. Keşşâf sahibi şöyle der:

«Kudüs kavmi iki defa fesat çıkardı, ilk fesatları Ermiyâ(a.s.)’ı şehit etmeleridir. Diğeri ise Zekeriyyâ ve Yahya(a.s.)’ı şehit etmeleri ve Meryem oğlu İsa’yı da şehit etmek istemeleridir. Hak Sübhânehu ve Teâlâ Hazretleri onları bu azgınlıkları yüzünden helak etmiştir”  s.192

***

Yazıcıoğlu Mehmed’in Muhammediye’sinde Fi’l-Havz başlıklı cennet havuzundan bahseden manzumu okuduktan sonra, Ahmed-i Bicân Envarü’l Âşıkîn’de de Havz başlığında bir bölüme rastladık. Bahsi geçen havuzun adeta şerh edildiğine şahit oluyoruz. Bir kısmını aktaralım:

FASLÜN Fİ’L-HAVZ (Cennet havuzu)

Muhammediye-

Resûlu’llâh buyurmuştur ki havzım şol kadar gindir

Kim Eyle’den Adence var onun mikdârıca emyâl

 

Suyu kardan dahi aktır kokusu misgden etyabdır

Ebârıkı nücûmdan çok tadında hod ne şekker bal

 

Ki zîrâ sizde sîmâ var ki yoktur ayruk ümmette

Yüzünüz kollarınız ak vudûdan ahsen-i eşkâl

 

Bir aylık yol ola havzın genişliği mesâfette

İhâta eyleye ümmet hîç içmez kalmaya ol hâl

HAVZ 

Envarü’l Âşıkîn-

“Allah Teâlâ buyurdu:

“(Habîbim) hakîkat biz sana Kevseri verdik” (Kevser: 1) Peygamberimiz(s.a.v.) şöyle buyurdu:

«Bilir misiniz, Kevser nedir?».

Ashâb:

«Allah bilir» dediler.

Peygamberimiz(s.a.v.) buyurdu:

«Kevser cennette bir ırmaktır. Hak Teâlâ Hazretleri onu bana va’detmiştir. Onda çok hayırlar bulunur. O havzın çevresinde bardaklar vardır ki, yıldızlardan çoktur. Kıyamet gününde ümmetim oradan içerler».

Nakledildiğine göre, Peygamberimiz(s.a.v.) şöyle buyurur:

«Mahşer yerinde her peygamberin bir havzı vardır. Ümmetleri oradan içerler. Benim havzımın büyüklüğü bir aylık yoldur. Suyunun rengi sütten aktır. Kokusu miskten latiftir ve baldan tatlıdır. Ben ümmetlerime oradan su veririm, içerler».

Ashâb:

«Ey Allah’ın Resulü! O günde ümmetini tanır mısın?» diye sorarlar.

Peygamberimiz (s.a.v.) buyurur:

“Evet bilirim. Nişanlarınız vardır, o nişanlarla diğer ümmetlerden ayrılırsınız».

Ashâb yine sordular:

«Ey Allah’ın Resulü! O nişanlar nedir?».

Peygamberimiz(s.a.v.):

«Elleriniz ve ayaklarınız abdest suyundan ak olur. Ondan belli olursunuz. Ayrıca benim minberim o havzın üzerindedir. Ama havz arasât yerinde, kevser de cennettedir. Oradan çıkıp akar, arasât yerinde havza dökülür”.

***

“Mahşerdeki Şefaat” başlıklı yazıdan:

Ondan sonra Hak Teâlâ Arş’ı ve Kürsi’yi hüküm vermek için orada hazır etmelerini buyurur.

O gün bu halk, kıyamet korkusundan dağılmış çekirgeler gibi dört yana ürkerler. Melekler bütün halkı kaplarlar. Hak Teâlâ dünyada ne türlü canlı yaratmışsa onları yine yaratır, bir yere toplar. Bin ayak bir ayak üzerine olur. Bu halka son derece korku düşer. Arasat kavmi bir yere toplanırlar. Âdem Peygamber(a.s.)’in yanına giderler ve:

“Ey ceddimiz! Bize şefaat et. Hak Teâlâ’dan bizim bağışlamamızı dile. Senin sözün bugün ilâhî huzurda geçer. Çünkü seni kudret eliyle yarattı ve sana kendi ruhundan üfledi. Meleklere sana secde etmelerini emretti. Şimdi, gel, bize çare bul. Mihnet, aç, susuz ve ayakta durmaktan canımıza geçti” derler ve ağlaşırlar. Âdem Peygamber (a.s.) da ağlar ve:

“Ben kendi kaygımdayım. Bende kimsenin kaygısı yok. Zira ben Hakk’ın buyurduğuna karşı geldim. Kendimi dahi dilemeye yüzüm yoktur. Siz Hazret-i Nuh’a varın. Mürsellerin ilkidir” der.

Halk oradan ayrılıp Nuh’a gelirler. Ona da aynı şeyleri söylerler. Nuh(a.s.):

“Bana benim günahım yeter. Kimsenin kaygısı yok. Fakat İbrahim(a.s.)’a varın. Halilullah (Allah’ın dostu)’dır. Hak Teâlâ onun sözünü tutar” der.

Sonra halk İbrahim(a.s.)’ın yanına toplanırlar, feryad ederler, İbrahim(a.s.):

“Bana kendi kaygım yeter. Musa peygambere gidin. O Kelimullah (Allah’ın kelimi)’dir. Hak Teâlâ onunla konuşmuş, Tevrat’ı ona göndermiştir. Ona gidin, size şefaat etsin” der.

Halk oradan giderler, Musa(a.s.)’a gelirler. Feryad edip ağlaşırlar. Musa(a.s.):

Bana kimsenin kaygısı yok. Siz İsa(a.s.)’a gidin. Hak Teâlâ Hazretleri ona “ruhum” dedi ve İncil’i ona gönderdi” der.

Halk oradan giderler, İsa(a.s.)’ın yanına gelirler. İsa (a.s.)’dan şefaat isterler. Hazret-i İsa:

“Benim kaygım bana yeter. Siz Hazret-i Muhammed Mustafa’ya gidin. Bir kimseye şefaat olursa ondan olur. Çünkü Hak Celle ve Â’lâ onun bütün günahlarını bağışladı. Nitekim Hak Teâlâ buyurur: “Biz hakikat sana (Hudeybiye musâlehası ile) apaşikâr bir feth (ü zafer yolu) açtık. (Bu), geçmiş ve gelecek günahını Allah’ın yarlığaması, senin üzerindeki nimetini tamamlaması, seni (bu sayede) doğru yola iletmesi içindir”(Feth: 12).

Ondan sonra halk Muhammed Mustafa(s.a.v.) ‘in yanına gelirler.

Sızlanıp ağlaşırlar, feryâd ederler ve:

«Ey Allah’ın Resulü! Bize yardım et. Bizim Allah’dan bağışlanmamızı dile. Mihnet canımıza geçti, kendimizden bezer olduk”derdi. Fahr-i Alem bu sözleri dinledikten sonra derhal secdeye varıp: «Ey Rabbim! Kendimi, ailemi ve yakınlarımı feda ettim. Kullarının üzerinden bu belâyı gider. Suçlarını affedip, rahmet et» der.

Bu ne kerem, bu ne mürüvvettir ki, ailesine ve kendine kıyıp insanlar için rahmet diler. Hak Teâlâ:

“Ey habibim! Başını secdeden kaldır. Bugün secde günü değil. Bütün ümmetimi sana bağışladım. Daha başka ne diliyorsan vereyim” buyurur.

Hazret-i Peygamber (s.a.v.) bu sözleri işitince başını secdeden kaldırır.

İşte o o dileğin kabul edildiği makama «Makâm-ı Mahmûd» derler. Nitekim Hak Teâlâ Hazretleri buyurur:

«Ümit edebilirsin Rabbin seni bir makam-ı mahmûd’a gönderecekdir» (İsrâ: 79).

Nakledildiğine göre, İmam Gazâlî (r.a.) şöyle demiştir.

«Mürseller yüce minberlerin üzerinde olurlar. Âlimler onlardan aşağı minberlerde bulunurlar. Herkesin minberi kendi makamına göredir. Ama ilimle amel eden âlimler nurdan kürsüler üzerinde olurlar. Şehitler ve sâlihler Kur’ân okur gibi otururlar». S.456

Bizi dünya keşmekeşinden, tasasından, kederinden alıkoyacak ve manevi tarafımızı besleyecek güçlendirecek muhabbeti yakalamak için bu eserleri okumalı, dinlemeliyiz. Okuyamıyorum, dinleyemiyorum demeyip azm ü cezm ü kast eylerek dikkatimizi, rikkatimizi vererek- deneyerek zihnimizi buna alıştırmalıyız.

Erzincanlı 20. Asır divan şairlerinden Salih Baba ne güzel söylemiş

Eğer ki sen seni bildinse Salih

Bilesin ki muhayyersin muhayyer   (Kendin karar verebilirsin)

Ninelerimize, dedelerimize, ism-i şerifi geçenlere selam olsun-rahmet olsun.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir