gümüşsuyu’nda bir terzi çocuklara kızıyor aşktan
aşktan her gece yıldızları seyrediyoruz şafakta
şehri gücendirmekte olan bir sükunetin ortasında
kitabın ortasından konuşmaya bayılıyoruz, zira
söylenmeyenler yalnız bizim söylemediklerimizmiş
denmeye vardığında susturuyoruz terzileri
çünkü konuşulacaksa aşktan konuşulacak
susulacaksa aşka karşı durmaktan

afak haşmetini koruyor beyoğlu sokaklarından
nice zaman oldu yüksekkaldırım’dan çıkmayalı
yahut roma merdivenlerinde kavgaya tutuşmayalı
günlerdir aynı mısralardan aşağı yuvarlanıyorum
yolunu kaybetmiş kader mahkumları gibi
tutunacak güvenilir bir ağaç dalı arıyorum
şiiri şiir açıklar, şiirin çıkardığı yol şiirdir
yoksulluğumu hep dizeyle bastırıyorum
güneşe mahcup bir soğukluğu vardı sabahların
hep sonraya bırakırdım o günlerde bulaşıkları
olur ya gelirsen belki birlikte yıkarız diye
yıkamakla gideremediğim yaralarım kaldı
gelmek bilmediğin o günlerden geriye
gücümüz yok bostancı köprüsünden sahile inmeye
çıkmaya nitekim, yürürken afaka tutunuyorum
bir önemi yok sokaklar için nereye gittiğimin
böylesine belliyken hele kime gidemediğim
ama ısınıyorum zamanla olmazların olacağına
merak, denize uzanan yollar gibi durur aramızda
“nasılsın” diye soruvermek kolaydır da hani
tüm mihnetlerinin merakından çatlarken zordur
bazı kelimelerin dile bağışıklığı yoktur
son zamanlarda var olmak sancısından çok
cismim budanmış bir kiraz ağacının hiçliğinde
içgüdülerimden gelen sesle var olmaya sığınıyorum
ne zaman kiraz yemek istesem kuşla sapan avlıyorum
bir dereye olta atmış çocuk sessizliğinde
tevfik fikret’in geçtiği sokakları arşınlıyorum
hani taşkışla’dan geçerken bir sis çökmüştü de
o dizeler ılgar gibi dilimizden dökülmüştü
“sarmış yine afakını bir dud-i muannid,
bir zulmet-i beyza ki peyapey mütezayid”
duyuyor musun sumruların çırpınışını sisin altında
söylemekten vazgeçtiğin cümleler saklanmış burada
sözlerin yükünden hafif sumru gibi süzülür gözlerinden
neyi yansıttığını bilmeyen, yükünü koyveren bir sumru
belki de duymamam gereken bir şeydi suçluluk

epeydir dokunmadım sakallarıma
her şey yolundayken sakal kesmek huyum değil
ama bilirdim de hiçbir şey yolunda değildi
yol kullanışlı bir metafordu fazlası bulunmazdı
ezoterik açıdan yola yaklaşmak işime gelmezdi
küskündüm artık şehrin ara sokaklarına
hangisinden girsem sonu sana çıkmazdı
kahvenin baş köşesine oturup maç izlerken çocuktum
bu yüzden küçük yaşta torun sahibi dostlarım oldu
hiçbirinin cenazesine katılamadım sonraları
oysa iki demli çayın hatrı 40 yıldan çoktu
kimdi moliere miydi yoksa shakespeare mi
hadi sorsan görsel sanatlara mesafeliydik
kim sorsa söylerdik anlamı yozlaştırıyordu
ama tiyatroya gitmeyip metinden okuyuşumuz nedendi
olsa olsa bir shakespeare oyunundan gelmeydi
“kapanan kapıyı acizler çalar” acizindim senin
ben seni yazardım, sen başkasını çizerdin
tanımazdım ama “hayırsızın biri fikrimce”
bak işte yollarımız nasıl da kesişiyor afakta
duyuyor musun? “sultan-ı yegah” çalıyor pikapta

 

Hasan Salih Kaymaz: 25 yaşında. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu. Halen İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe Yüksek Lisans ve Hukuk yandal eğitimine devam ediyor. Sadeimge.com’da ilk defa yer alıyor.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir