Bir Hekim-i Hâzık ve Tabib-i Gureba

Hâzık kelimesinin karşılığı Develioğlu lügatında “hazakâtli, işinin ehli, usta, eli uz (dilimizde en çok doktorlar hakkında kullanılır)” olarak veriliyor. D. Mehmet Doğan sözlüğünde ise hazakât “1. maharet, ustalık, 2. hekimlerin ustalık, beceriklilik, maharet, hastalıktan anlama ve iyileştirme gücü” olarak tarif ediliyor. Mesela hastalık halinde oruç tutmaktan mazur olabilmek için hekim-i hâzık’ın tavsiyesi gerekiyor.
Sadık Ağabey (1948-2016)  Sakarya’da doğmuş, Cerrahpaşa’da Tıbbiye okumuş, Almanya’da ihtisas yapmış bir cerrah. Modern hayat ve eğitimin tesiri ile yetişip, yaşamaya başladıysa da az zaman sonra üstad Necip Fazıl’ın “Durun Kalabalıklar/Burası çıkmaz sokak” nida ve ikazını duymuş, ecdadın kadim yoluna girmiş. Yâni Erzincânî Salih Baba’nın:

Nice tabîblere dedim el-emânn
Gördüm ki onlar da muhtaçtır hemân
Mürüvvet sahibi ol Ganî Yezdan
Bâb-ı hidayetten ihsan eyledi

Nutk-u şerifini tam idrak eylemiş ve hayat projesini ona göre tanzime başlamış.
Sadık Ağabey’in babası 93 harbinden sonra Anadolu’ya hicret etmiş ve Sultan Hamid-i Sani tarafından Sakarya’da iskân edilmiş bir aileye mensup. Annesi ise Kafkas muhacirlerinden. Mizacında ise Bosna’nın sakin, Kafkasların fırtınalı hayatının tesirleri olsa gerek. Önceleri hali vakti yerinde bir ailenin evladı olmak münasebetiyle biraz ağa çocuğu havasında yaşamaya meyletmiş. Hatta yakın dostu Fahri Tuna’nın ifadesiyle “O bohem, aristokrat, debdebeli hayata rağmen daima elinden düşmeyen bir unsur vardır: kitap” (Kültür Ajanda, ağustos 2017).
Tıbbiye’de keşfettiği İmam-ı Gazali, Selçuklu vezirlerinden Nizamülmülk’ün kurduğu Nizamiye Medreselerinin başmüderrisliğini yapar. Zamanın birçok ilimlerine vakıftır. Ama mutmain olamayıp tasavvufa silkine girip kemal sahibi olur. Burada Gazali hazretlerinin rütbe-i balâsını çok güzel ifade eden Hüseyin Vassaf’ın Sefine-i Evliyası’ndan (C.5 S.301) bir anekdotu aynen nakletmesek olmaz:

“İşte o divân Hz. Mûsâ ile ulemâ-yı ümmet-i Muhammed’den bir zâtın murâfaası için teşekkül etmiş bir dîvân idi. Ulemâ-yı ümmetten İmâm Gazâlî, taraf-ı celîl-i nebeviden ihzâr buyurulmuş Hz. Mûsâ ile İmâm Gazâlî karşı karşıya gelince, Hz. Mûsâ, İmâm Gazâlî’ye ismini sormuş, o da, “Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Mu- hammed” cevabını verince Hz. Mûsâ, “Ben size isminizi sordum, siz bana fazla olarak pederinizden i’tibâren ecdâdımızı isimlerini de saymağa başladınız.” diye istiğrâb âsârı gösterince İmâm Gazâlî, “Ey Nebiyy-i zişân Cenâb-ı Hak size, (Şu sağ elindeki nedir, ey Musa?”) diye sordu siz, “O benim âsâmdır… ” demekle iktifâ edecek yerde,  (“… Ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkerim, benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır Tâhâ sûresi, 17-18) diye fuzûlî arz ve tafsil-i cevabda bulunmuştunuz. İşte ben de bu nazariyyenize ittibaan tatvil-i cevâb eyledim” diye ma’rûzâtta bulununca Hz. Mûsâ, İmâm Gazâlî’nin mertebe-i irfânını takdir edip huzûr-ı risâlette teslîm-i hakîkat buyurmuşlardır.”

Sadık Ağabey Alman disiplinini anlamış, ciddi bir cerrah olarak yetiştirmiş kendisini. Ama insan bedeninin harikulade yapısını da anlayınca “Kâbe bina-yı Halil / sendedir beyt-i Celil / Sensin Allah’a delil” hakikati keşfolmuş. O binaya rastgele müdahale edilemeyeceğini tam anladığı için zaruret halinde ameliyat yapan bir cerrah olmuş.
Kendisiyle 2003 yılında tanışmış olmalıyız. Umumiyetle cumartesi günleri Orhan Cami yakınında Marmara Göz Tıp Merkezinde bulunan muayenehanesinde ziyaret ederdik. Kitaplı bir hekim idi. Sandalyesine bağdaş oturup kitap mütalaa eder halde bulurduk. Kitaplar ve ahval-i âleme (konjonktür) dair sohbetler ederdik. Sadık dost olmuş ve kitap alışverişi de yapıyorduk. Feraset, basiret, celadet, fetanet, merhamet sahibi bir zat-ı âli kadr olduğu âşikârdı.
O zamanki siyaset erbabı ve üst seviye bürokratlardan çok tanıdığı vardı. Onlardan biri de sıkı bir entelektüel olan Sakarya Mebusu S. Gündüz’dü. Bakandır, Validir, Paşadır, Mebustur, Reistir, Müdürdür demez, “Haksözü” kime icap ediyorsa açıkça söylerdi. Ahmed Kuddusi Hz.lerinin halifesi için söylediği: “Hak söze hiç demeyip lâ/uyandır Hamzabeyzade” beytinin mânâsı onda hâl olmuştu. Kaç defa bizzat şahit olmuşluğumuz vardır. Ama hep hürmetle karşılanırdı. Sıddık-ı Ekber, Ömer’ül Faruk, Ebuzer Gıfari hazeratının karakter ortalamasına sahiptir desek hilaf olmaz inşallah.
Arada gündüz bisikletle bir yerlere gidip geldiğine şahit olurduk. Anlaşılırdı ki, bir garibi, muhtacı tedavi etmiş, belki ilaçlarını da temin etmiş olarak dönüyordu. Arabası değil, bisikleti vardı. Evi kira idi. Bilahare has dostlarının teşvikiyle mütevazi bir ev sahibi olmuşlardı. Ehl-i dünya değil, ehl-i aşk ve muhabbet bir insandı. Azerbaycanlı şair merhum Şehriyar meşhur “Heyderbaba’ya Selam” şiirinde babası için “Menim atam sofralı bir gişiydi / El elinden tutmak onun işiydi / Gözellerin âhire galmışıydı / Ondan sonra dönergeler dönüptür / Muhabbetin çerağları sönüptür” diyordu ya, Sadık Ağabey de o cenahtan idi.
Bekarlara da gecikmeden evlenmeyi telkin ve tavsiye ederdi. Akl-ı selim, hissi selim ve kalbi selim sahibi bir zat-ı şerif idi. Biz ailecek bütün sağlık meselelerimizi onunla istişare ederdik. Rasim Özdenören de onun has dostlarından, ağabeylerinden idi. Rasim Beyin bir Sakarya’ya teşrifinde Sadık Beyi beraber ziyaret etmiştik. Hâl hatır sorarken “işler nasıl” mevzuuna gelince Sadık Bey, hoş bir kelâm etmiş, Rasim Ağabey de “Zaten doktorların işi iyi olsa milletin ahvali iyi değil demektir” diyerek latifeleşmişler, hepimizi güldürmüşlerdi.
Çok kıymetli insanların dâr-ı bekâya teşrifinden sonra şöyle bir mesele ortaya çıkıyor. “Hayru’l halef” olarak kimler kaldı, bu güzel usulü kimler devam ettirecek acaba? Bunun tefekkürü, tabibandan Hasan S. Sağlam, sertabib Ayhan Aydın, Tacettin Koç, Ümit Öztaş. Ağniya-yı müslüminden Tarık Pekerken, Şadi Tanış, İsmail Aydın, muharrirler Fahri Tuna, İbrahim Selamet gibi dostlara tereddüb etmez mi?
En sıkı münasebetimiz yakın akrabası ve damadı Karaul Marketi sahibi Mustafa Bey’le oluyor. Kendisi güler yüzlü, güzel huylu bir insan olduğundan ara sıra Sadık Ağabey’e de onunla selam gönderiyoruz. Sadık Ağabey’in arabası yoktu dedik. O, arabayı bilmeyen, almaya muktedir olamayan bir zat değildi. Onunki şuurlu bir tercihti. Müstağni yaşamak, mütevazi yaşamak düsturu icabıydı. Her nimetin bir külfet mukabili olduğunu gayet iyi biliyordu. Günümüzde doktor, mühendis ve hukukçu olmak isteyenlerin ekseriya öncelikli hedefleri çok para kazanmak, son model araba kullanmak, çok yer gezmek (Ne hasıl gezmeden Belh’i Buhara, Erzincanî Salih Baba), hanımlar için de çok eşya değiştirmek olarak anlaşılıyor. Sadık Ağabey manevi zevkleri, manevi (zevalsiz) kazançlar peşinde olan farklı bir numune-i imtisaldi.
Kendisinin amansız bir hastalığa duçar olduğunu fark etmiş. Hastalığın seyir ve safahatını da iyi bildiği için hekim dostlarının ileri tetkik ve ameliyat tekliflerini kabul etmemiş. Onları da kırmayacak şekilde evinde istirahat etti. Karabük’ten gelerek iki kere evinde ziyaret ve epeyce sohbet ettik. Tedbirin takdiri bozmayacağına inanmış bir mümin-i mütevekkil olduğundan Cenâb-ı Hakk’ın Şafî isimlerine sığınarak ders vermeye devam ediyordu. ‘Mümin nasıl hasta olur, ölürken nasıl ölür’ün örneğini vererek 28.06. 2016 tarihinde dâr-ı bekaya teşrif etti. Orhan Camii’nden yolcu etmek de nasip oldu. Zaman zaman Erenler Mezarlığı’nda kabr-i şerifini ziyaret ediyoruz. Âlem-i bakide mülaki olmak ümit ve temennisiyle rahmet mağfiret niyaz ediyoruz. Can dostları Dr. Hasan Katıöz ile Abdurrahman Çakar da erken mülaki oldular, cümlesine rahmet. Berhayat olanlara da aşk, muhabbet, sıhhat- afiyet niyaz ediyoruz.

“Bisikletli Doktor Sadık Canlı, Orhan Alimoğlu” için 2 yorum

  • Saygıdeğer Orhan valimizin kalemine zihnine sağlık, Cenab-ı Hak bu hizmetlerini daim etsin. Sadık abiyi vesileyle rahmetle anıyoruz dertlerimizi dinleyen bilen, fakat bizim onun hiçbir derdini sıntısını bilmediğimiz istiğna düsturu ile mütevazı bir hayat sürdüren Sadık abiye Rahmet diliyoruz. Cenab-ı hak Razı olsun inşaallah

  • Cenab-ı Allah razı olsun efendim.’Canım kurban olsun kadir kıymet bilene’

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir