Günbatımının kızıl ve turuncu ışıkları bulutların pamuk şekeri yoğunluğunda görünmesine sebep olmuştu. Gökyüzünün manzarasında yer alan renkleri bedeninde taşıyan, göz alıcı renkleriyle görenlerin dikkatini çeken Anne Kelebek esen rüzgarın içini titreten soğuğuna dayanamayıp sıcak şefkatle yaklaşan bedenlere sokulmuştu. Henüz kozasından yeni sıyrılmıştı. Tecrübesizliği onu savunmasız kılıyordu. Soğuk iklimlere dayanıksız genç vücudu ona kollarını açan herhangi bir sıcaklığa muhtaç durumdaydı. Gülüşüyle ve konuşmalarıyla sıcağı vadeden bir avcının tuzağına doğru çekildi. Rutubetli bir bodrumda soğuk bir kafese hapsedildi. Renkleri zamanla soldu, güzelliğini yitirdi, yıprandı. Yine de o bereketti, Kibele’ydi. Zor şartlar altında canından can verdi, hastalıklı ve çelimsiz bedenine rağmen üredi. Yumurtalarını bedeniyle ısıttı. Çatlayan yumurtalarından yerlerde sürünen değişik canlılar çıktı. Çirkin gözüken bu şeyleri yine de bağrına bastı. Kendisinden esirgenen sıcaklığın artık kendisine biri tarafından verilmesini beklemiyordu. Sıcaklık bizzat kendi bedeninden çevresine saçılıyordu. İpek ipliklerle bedenleri kuşatılmış yavrularından bir şahini andıran gözlerini hiç ayırmıyor, kanatlarını üstlerine siper ediyordu. Kozadan çıkan her bir yavru annesinin renklerini taşıyordu. Anne kelebek onları hayranlıkla izledi. Renkleri burada solmasın diye onları pencereden azat etti. Özgürlüğe açılan bu pencereden ürkerek uçan yavrular, önceleri birbirlerinden hiç ayrılmadı. Birlikte tehlikelerden uzak bir yuva aradılar. Birinci Yavru, peşinden sürüklenip gelen beyaz bir kelebekte aşkı tanıdı ve onunla birlikte onun diyarına giderek kardeşlerinden ayrıldı. İkinci Yavru; yolculukta yorgun düştü, bir mağaraya sığındı, kardeşine yola devam etmesini tembihledi. Üçüncü Yavru; her geldiği diyarı evi sandı yine de diyardan diyara dolaşmaya devam etti. Her diyar kusursuzluğunu cömertlikle sunsa da zaman geçtikçe eksiklikler gözlerinin önüne seriliyordu. Üçüncü Yavru, yeryüzünde herhangi bir yere ait olmadığını düşünerek amacından vazgeçmek üzereydi fakat  sık ağaçlarla kaplı ormanda bilge bir kelebek olduğunu söylediler. Bilge Kelebek; iri gövdesiyle neredeyse bir kuş kadar büyükmüş, sağlıklı vücudu kaslarla kaplıymış, ona sığınan herkesi korurmuş. Yalnız ve çaresiz hisseden yavru, Bilge Kelebek’i aramaya başladı. Bir ağaç kovuğunda kelebek izlerine rastlayan yavru, dışarıdan içeriye seslendi. Gür ve kalın sesle kovuğun içine davet edilen yavru hevesle kanatlarını çırptı. Karanlığın içinde beyaz kanatları zor seçilen Bilge Kelebek’i gördü. Susuzluğunu dindirmek istercesine yanına koştu. Artık bu görkemli varlığa o kadar yakındı ki heyecandan konuşamıyordu. Muhteşem kanatların altından uzanan boğumlu sert kuyruğun ucundaki iğne yavru kelebeğin kalbine battı. Hayatında ilk defa karşılaştığı bu varlık, son kez tesadüf edebileceği bir akrepti ve mesele hiçbir zaman kelebek ve akrep olmamıştı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir