Nabi Avcı, Zarifoğlu şiirinin, insanı ‘yalın halde kavrayan’ bir şiir olduğunu söyler.
Bu tanımlama, Zarifoğlu şiiri için yapılan en isabetli, en doğru tanımlamadır. Zaten Zarifoğlu’nun şiiri, biraz da, tanımlanamadığı için anlaşılamamıştır. Onun şiiri gerçek bir talihsizlikle karşılaşmıştır; eleştirel düşünceye malzeme olmaktan çok dedikoduya malzeme olmuştur. Zarifoğlu şiiri hakkında söylenen anlaşılmazlık, zor anlaşılırlık, kapalılık şeklindeki tanımlamalar, düşünsel metinlerin vardığı sonuçlar değil, dedikodunun çıkmaz sokaklarının tanımlamalarıdır. Zarifoğlu’nun sağlığında onun şiiri hakkında yazılan yazıların sayısı bir elin parmaklarının sayısını geçmez ve Sezai Karakoç (Sütun 1, Diriliş Yay.1975, sh.171) ile Rasim Özdenören’in yazılarını saymazsak geriye fazlaca ciddi bir yazı da kalmaz. Zarifoğlu şiiri hakkında en çok konuşan ne yazık ki yine şairin kendisidir. Yani en son konuşması gereken insan konuşmuştur bu şiirler hakkında.
İşaret Çoçukları, Zarifoğlu’nun ilk şiir kitabı olduğu gibi diğer şiirlerinin de doğuş alanıdırlar. Zarifoğlu bu ilk kitabıyla şiire zirveden başlar ve diğer şiirleri bu kitapta yer alan şiirlerin birer açılımı, dağılması, savrulması gibidirler. Bu nedenle onlar daha açık, daha anlaşılır dururlar. Ama şunu baştan söylemek gerekir ki, Zarifoğlu, ilk şiirinden son şiirine kadar neyse odur, onu en anlaşılır halinde bile bir gizemin içinde saklanırken buluruz. Bundan dolayı, ilk kitabının ilk mısraları olan;

Sabahtır
Alkışlar gecenin
Sıcak damları sükûn yapılarıyla
Aydınlatır bir ucundan
Kahvaltı sofrasında çay tasını

Mısralarında çay tasındaki aydınlığın idrake yansıdığı an ne kadar kapalı ya da açıksa, son kitabının son mısraları olan;

Bahar
Celladımızsın sen benim
Yaydığın etlere bak

Yeraltından akıyor esintin
Sesini işitiyorum
Yüreğimden bir adın daha geçiyor
Derken
Serpilip ırmak olacak bir su kalkıyor
Kımıltısız kuru topraktan
Düşünüyorum

Mısralarındaki yaratıcının yaratma iradesinin baharla birlikte vücuda gelişi karşısında duyulan anlık ürperti, korku, tedirginlik hali de o kadar kapalı ya da açıktır.
Sezai Karakoç’un İşaret Çocukları hakkında söyledikleri, aslında onun bütün şiirleri için geçerlidir; “ ‘İşaret Çocukları’, yeni bir hikmeti arar gibidir. Yaşamaya dayanak olan bir hikmeti. Sanki yaşama ve voroluş sık sık şairin elinden kaçmaktadır da, o da, onu yakalamak için ardından koşup durmaktadır. Belli belirsiz hayatın anlamı aranırken, yaşayış çizgilerinde parça parça hikmet özleri yakalanır.
…….
Şiir, varlık kaygısının peşinde olduğundan , blok blok idrak edilen cevaplar halinde gelişir…” (a.g.e. sh. 171, 173)
İşaret Çocukları’nda, varlığın kendi özü olan ilahi gerçekle temasına, bu temasa cesaret edişindeki trajik duruma göndermeler yapılır ve insan kendi gerçek sorusuyla baş başa kalır; ben sizin rabbiniz değil miyim?;

her şey kendi yerinde
Taşın içindeki böcek
Ki inanır
Ve çatlar taş (sh. 51)
……..

her an ürperti geçiriyor
odaya sokulan yemiş (s. 71)

……..

ağaçlar dimdik
dallarında gergin su
haber gibi bir şey bekliyorlar
kökleri toprağı geziyor (s.72)

O, özellikle İşaret Çocukları’nda, kendi beniyle, kendi varoluşuyla bir hesaplaşma içindedir, hayatın en uzak köşelerinde bile kendinden bir parça, bir iz aramaktadır. Hayatın en karanlık anlarından, en berrak anlarına hızlı geçişler yaparak arayışını bir seremoniye dönüştürürken, eşyanın da, tabiatın da insanla olan kesişme noktalarını bulur ve o anların fotoğrafını çeker. Canlı ya da cansız her varlık adeta insanın izini sürmekte ve onun arayışına bir katkıda bulunmak için çabalamaktadırlar.

Her zaman yaprak duşları başlıyor
Serpilen kuşlar çimen düzlerine
Gelip bir kısrağa yakından bakıyorlar (s. 72)

…….

Gökten tarlada sürüneni gören kartal
toprak damları uykuyla ayıran oymaklar
Yukarıdaki her şeklin altına bir döşek açılır
ses bastırılır sıkıca kapatılır dizlerin arasındaki yumruğa
uyku o kimbilir hangi dağın ardından atılır
rüzgarla soğuyan alna sançılır
yıldırım sıkışık bekler (s.101)

İşte, bu şiirlerin, insanı yalın halinde kavraması bu olsa gerek.
Zarifoğlu, her şeyin, her durumun üzerine dikkatini bir mercek gibi tutar. Çoğu kez onu dikkatten ibaret halde buluruz. Yaratılmış olan her şey, her durum karşısında susar, onu izler, olup biteni anlamaya çalışır. Bu seyir durumunda onun en dikkate değer yeri ağzıdır; iyice yuvarlaklaşmıştır. Yani hayret halindedir. O sükûtunun perçemleri altında kavrayışını yenilemekle meşgul olur. Başını kaşır, elbisesini düzeltirken kendini yokluyor, kimliğini sorguluyordur.

bir köpeğin yeni doğmuş
konuşmayan eniklerini iskelede bir adam
korkunç bir sepete mi koydu
onları
denize o mu götürüyor

peki
ben kimim (s. 78)

İşaret Çocukları’nı, bir insanın kendi evindeki tutum ve davranışları olarak nitelendirebiliriz. Sokağa çıkmadan, başkalarının uzağındayken bakılınca ne görülüyorsa onu görür. ‘Tecrübenin” bulaşmadığı bir yalnızlığı, bir sakinliği, bir diriliği anlatır.
Oysa diğer şiirleri, evin dışında, sokakta, şehrin kalabalık çarşılarında, savaşların ortasında yazılmışlardır. Bu nedenle çoğu kere destansı bir hava taşırlar. Şairin hikmet dolu sükutu, bir çığlığa, haykırışa dönüşür. Yani hayretle açılmış yuvarlak ağzın yerini, dudakları kıpırdayan, anlatan ve aktaran bir ağız alır. Bu nedenledir ki bu kitaplardaki şiirler okurlara daha anlaşılır gelirler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir