İnsanın içine kaygı koyar dünya. Daldırır insanı kendine. İnsan bu kaygıyla yaşamaya çalışır, tökezler, düşer, kalkar, tekrar düşer, tekrar kalkar… Ne var ki insan olmak bu kaygıyı prangalamak demek. Belki de, daha doğrusu, kaygının ölçülü olmasını sağlamakla insan olmak aynı yere çıkar. Dengeleyememek, hırsı, ihtirası, tevekkülsüzlüğü ortaya çıkarır. Stres denilen şeyle tevekkülsüzlük kardeştirler bu nedenle. Bu dünyada her şey bir ölçü ve denge ile yaratılmıştır. “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen ne yeri delebilir, ne de boyca dağlara ulaşabilirsin” denilerek insana ölçülü olma emredilirken, hayvana da tabiata da benzer emirler verilmiştir.
Evet, ümit biterse telaş da biter. Telaş biterse kaygı biter; kaygı biterse stres de biter. Bu yüzden kesilecekse ümit, dünyadan ve insanlardan kesilmelidir. Azla yetinmeyi başarmak lazım bu nedenle. Doğrusu ümit etmek, dua etmek demektir. Bundan dolayı duası olmayanın ümidi, insandandır. Ne var ki insan, kendi telaşında perişandır. O halde Ebu Hanife gibi olmak gerek: Az konuşmak, az uyumak, az yemek, az gülmek, uzun susmak, çok tefekkür etmek, dünya ehli insanlardan uzak durmak, kendi nefsi ile meşgul olmak ve yumuşak tabiatlı olmak…olabilmek gerek. Çabalamak en azından. Öğrencisi Ebu Yusuf onun hakkında şöyle diyor: Bir kadı eğer, kendisi ile oturulamayacak kadar hasta olursa, hastalığı kadar ücretinden almasın (yani görev yapmadığı günlerin parasını-maaşını almasın). İmamı Azamı ve tavsiyesini mevcut aklın sınırları dâhiline koyabilmek için, aklın sınırlarını genişletmek yetmez, aklın zuhur ettiği yeri değiştirmek lazım gelir.
Dünyada insanlardan ümit kesmek demek, yani kaygıyla ve stresle dünyaya dalmamak demek, savaşmak demek. Çünkü hayat bir savaştır. Bu nedenle iman sahibi olmak, savaşın bir cephesinde olmak demek. Silahla, kılıçla, stratejiyle, taktikle ve tevekkülle savaşmak için saadeti ahrette aramak. Bunun için ise kalbin dünyayla ilgisini kesmek. İnsanda ilk olarak dokunma hissi, ardından görme, sonra işitme, en son tatma hissi yaratılmıştır. İşte kalbin dünyayla ilgisini kesmek için sondan başlayarak bu duyularla yaşamayı azaltmak; akılla (yani ilimle) ve nübüvvet gözle yaşamayı başarmak gerek. Öte dünyada gerçek saadet ancak o zaman mümkün olur.
Ne var ki uzlete veda edeliberi, doğunun halis çocuklarının cengaverliği bitti. Sükûnetin değeri, kaygının iktidarıyla ruhlardan uzaklaştı. Bir rekâtta hatim etmek, imkânsız göründü bir kerede kazanmak isteyen muhteris ruhlarda. Başka bir dünya vadetmek ve bu dünyanın hayalinde yaşamak, nefsin istekleri karşısında gerçekçi bulunmadı.
Sahiden de, gerçek denilen yalanın ancak sahte denilen asıl gerçeğe iman etmekle buharlaşacağına inanmadan olmuyor hiçbir şey. Evet, sadece “O demişse doğru demiştir” bizi kurtaracaktır. Çünkü ancak o zaman “aldanma yurdundan (dünyadan) sakınarak ebediyet yurduna (ahrete) yönelmek” mümkündür.

Yararlanılan kaynaklar:
İmam Zehebi (2020). Menakıb-i İmam Ebu Hanife. Çev. İsmail Karagözoğlu. Kayıhan Yayınları, İstanbul.
İmam Gazali (2021). El-Münkız Mine’d- Dalal (Dalaletten Hidayete). Çeviren: Onur Şenyurt, Gelenek Yayınları, İstanbul.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir