Bilincine varmaktan olabildiğince uzak olduğumuz bir durumdur -içinde yaşadığımız toplumun ancak sahih bir tasviri yapıldığında görebileceğimiz- hakikat. Bu hakikat “ahir zaman toplumu”nda yaşıyor oluşumuzdur. Nice feylesoflar ve sosyologlar içinde yaşadığımız bu meymenetsiz çağı tanımlamak için türlü kavramlar geliştirdiler; bilgi toplumu ya da uzay çağı gibi şeyler söyleyen güdümlü iyimserler bir tarafa risk toplumu, geçiş çağı, kaygı çağı gibi esaslı tanımlar yapıldı. Ne var ki asıl olan devrenin sonunda oluşumuz. Bütün eski bilgeliklere, geleneksel öğretilere, dinlere göre insanlık çağların sonunda, ahir zamanda yaşamaktadır. Hind geleneğine göre Kali Yuga’dayız. Son çağ, demir çağı. Dharma’nın en çok bozulduğu çağ.
Dörtlü devrenin başında Satya Yuga’da Dharma’yı temsil eden ineğin dört bacağı vardır. Bu çağda ne çalma, çırpma vardır, ne sahtekarlık ne de öfke. Ancak devreler ilerledikçe bozulma artar insanların tutum ve davranışları bozularak değişime uğrar. Treta Yuga ve Dwapara Yuga’da birer bacak daha kaybolur. Kali Yuga’nın sonunda kalan son bacak da kaybolur. Bu topyekûn bir çözülüş ve dağılmadır, Dharma tamamen kaybolur. Bu son karanlık çağda anlaşmazlık, çekişme, öfke, kavga ve sefalet vardır. Burada Dharmanın yok oluşu bir sonraki devre için zemin hazırlayacak, herşeyin yok olacağı bir tufan anlamına gelmektedir. İşte bizim güya medeniyet saydığımız, endüstri, ilerleme, kalkınma, üretim ve tüketim çılgınlığı dediğimiz herşey bu devreye tesadüf etmiştir. Ne çare ki bozulmanın serhoş edici bir cezbesi vardır. Öyle olmasaydı şu çılgın ilerleme ve rekabet fikrinin, her alanda şucu bucu demeden, hepimizin iliklerimize dek nüfuz etmesini nasıl açıklayabilirdik.
Hiç kimsede ahir zamanda bulunuşun doğal bir yansıması kabul edeceğimiz sükuneti ya da tevekküle mecbur bir kaygıyı göremiyoruz, aksine, dünya-perest Batılı kültürlere yaraşır bir “son” telaşı var üzerimizde. Felaket tellalı mahiyetindeki Hollywood filmlerinden alışkın olduğumuz bir korku, telaş, acele, unutmaya çalışma ve kurtulma çabalarının karışımı bir durumdayız.
Bir tabiat farkında ahir zamanın sanki, bir de “new age” müminleri. İlki sahih ikincisi sahte bir ahval içinde olsa da. Bu new age müminleri, tahrif edilmiş astroloji ve yine tahrif edilmiş ezoterik bilgeliklerden uydurdukları bölük pörçük hakikatler ışığında büyük dönüşümün yaklaştığından, bir devrin bitmekte olduğundan, bir bilinçlenme yaşanacağından dem vuruyorlar. Tabiat da birkaç yüzyıldır yaklaşmakta olan sonun ve dönüşümün farkında, tedirginliği, soluşu bundan. Yine birkaç yüzyıldır ilerleme afyonuyla serhoşlaşan insanoğlunun endüstri ve tüketim çılgınlıyla tabiatı yıkıma uğratması gözetilirse tabiatın tedirginliği ve solgunluğunun yanına tükenişin ve insana dargınlığın eklendiğini de bileceğiz. Eskilerin çok iyi bilip, hesapladığı üzere tabiat, “son”ları ve dönüşümleri, devirlerinin kavşak noktalarını hep haber verir. Yerkürenin ekseni 25 bin yıl civarında bir sürede değişim yaşar ki bu fizikî olarak dünyada fark edilir başkalaşımlara yol açar, çağlar biter yeni çağlar başlar; buzullar erir de yer yaşanır olur; buzullar kaplar her yanı yaşam solar; nice uygarlıklar batar ve unutulur binlerce yıl, ardından yeşerir bölük pörçük hatıralarla hayat mücadelesi insanın.
Evet, tabiat farkında olanın bitenin ve hep uyarıyor insanı. Müthiş yönetmen Night Shyamalan’nın “The Happening” adlı filminde nasıl etkileyici anlatılır tabiatın bu farkında oluşu, insana olan küskünlüğü ve hatta intikamı. Birkaç yüzyıldır yaşamak ve ilerlemek için tabiata eskisi kadar muhtaç olmadığımızdan olsa gerek uyarıları da önemsemiyoruz artık, fark etmiyoruz bile. İlerleyişimizin tabiatı yok ettiğini yeni yeni anladık da bu ilerleyişin artık sürdürülemez olduğunu kavrayanlar “sürdürülebilir kalkınma” gibi ucubeler yaratmaya yani avunmaya çalışıyorlar.
Aslında bu avunanlar takımı için çok da önemli bir sorun değil tabiatın çökmesi, yerkürenin yaşanılmaz hale gelmesi. Nihayetinde bilgiyi, teknolojiyi ve gücü elinde bulunduran muhterisler yaşamak için giderek daha fazla bir seviyede tabiattan azade olmaktadır. Tabiat, dahası yerküre yıkılsa ne olur? Yaşanacak başka bir gezegen bulunur veyahut dünyanın dışında, uzayda yaşamak için gerekli olan ne varsa yapılır teknoloji marifetiyle. Bunlara gerek kalmadan yapay zeka, sanal dünya derken insan fizikî olarak yaşamak yükünden de kurtarılır yakında. Teknoloji böylesi bir kurtuluşa kandırıyor bizi.
Peygamber Efendimiz, kıyamete çok yakın bir zamanda geldiğini ifade ederek ahir zamanın haberini vermişti. Ahir zaman toplumu olmanın ahvalini bu yüzden en iyi Müslümanlar bilmeliydi. Oysa ilerlemenin tozu dumanı içinde kaybolmuş durumda herkes. Hz. Peygamber, “son”dan önce bir düzelmenin olacağı, adil bir dünyanın kurulacağını da haber vermiştir. Bu haberi verilen dünyanın şu bahsetmiş olduğumuz teknolojik kurtuluşun ayartıcı dünyası olmadığı açıktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir