İnsanın hayattaki serüveni duygusu ile aklı arasında gidip gelen bir sarkaca benzer. Duygu, alır onu, hayallere odaklar; akıl ise götürür dünyaya kilitler. İnsanın hamlığı ile duygusu; pişmişliği ile aklı başat gider. Hayatın ilk evrelerindeki duygu ağırlığı, yerini akla bırakır. İnsan belli yaşa kadar, bu nedenle, gerçekçi değildir. Bir süre sonra akıl egemenliğini ilan eder ama iş işten geçmiştir artık. Bunu Anadolu insanının irfanı şöyle açıklar: “Tandır kıvama geldi, hamur bitti; işler yoluna girdi, ömür bitti…” Yani anlayamadan yaşar insan hayatı.
Hayatın anlaşılması iddiası, esasında, kişinin kendi hayatını bir makuliyet çerçevesinde görülmesinden kaynaklanan yanılgıdır. Anlaşılamadan gitmek herkes için ağırdır ama giden herkes de anlaşılamamıştır. Anlaşılamamak, esasında anlayamamaktır. Âlemin hikmetini anlayamamak, insanın kaderi olduğundan insana düşen de anlaşılamadan göçmek. Zira külli iradenin tecellisi cüzi iradenin sınırlarını aşar. Verilen sınırlar dâhilinde görebilir, duyabilir, anlayabilir insan. Gerisi koca bir suskunluk… Mevlana bu nedenle, “Dinle, bu ney neler hikâyet eder” diyerek uyarır bizi. Susmayan dinleyemez zira.
Anlaşılamayan bu hayatta insan insana dar gelir. Sığamaz insan kimseye. İnsandan ne dost olur ne arkadaş ne de başka bir şey. İnsana gerçek dost olarak Allah yeter. Âlem, gerçek dost için yoldaki işaretlerdir; insan ise badiredir. Şair Eşref bu nedenle haykırır;
Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için,
Gelmesin, redd eylerim billâhi öz kardaşımı.
Gözlerim ebnâ-yı âdemden o rütbe yıldı kim,
İstemem ben Fâtiha, tek çalmasınlar taşımı.
Gerçekten de mezar taşının çalındığı söylenir. İnsanın nankör bir tarafının olduğu unutulur. Oysa Yaradan’ına bile nankördür insan: “Öyle ki, eğer Allah’ın nimetlerini tek tek saymaya kalksanız, imkânı yok, onları toplu halde bile sayamazsınız. Gerçekten insan çok zalimdir, çok nankördür.” İnsan, nankörlüğünün yanı sıra gariptir de. Yanılgılar yumağında dönderir çarkını; Tökezler, düşer, kalkar, tekrar düşer. Bel bağlayacak, teselli bulacak ara duraklar var gibi görünse de insanoğlu garip gelip garip gitmiştir hep. Çünkü onun fıtratı olan “İslam, garip gelip garip gidecektir!”
Hal böyle olunca insana düşen, korku ile ümit arasında yaşamaya devam etmek. Korku duayı, ümit şükrü beraberinde getirmelidir. Duasız korku köleliğe, şükürsüz umut zorbalığa sürükler insanı çünkü. Ve bir insan ne kadar köleyse o kadar zorbadır der elinde çekiç olan (Nietzsche).
Eğer aklın ve duygunun esaretinden kurtulmak gerekiyorsa, bunu yapacak olan masivaya bel bağlamak değil, göklerin, yerin ve arzın sahibine yönelmektir.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir