İnsan dertten kaçar. Kaçtığı yer ise başka bir derttir. Küçük bir adada bir aslanın kovalaması gibi bir yer bu dünya. Kaçacak bir yer yok. Yapılacak tek şey aslanla yaşamayı öğrenmek. Yani ateşle (şeytanla) ve onun türevleri olan hırsla, istekle, düşkünlükle, düşüklükle, hevâ ve hevesle… Elbette İmam Birgivi’nin tespitiyle bazı şeyleri kendimize farz-ı kifâye kılmak en iyisi: Neyle meşgulse insan, onu kendine farz- kifâye addetmeli. Aksisi yenilmektir ateşe yani hevâ ve hevese. Misal, kitap bilgilenmek için değil ümmetin sorumluluğunu ortadan kaldırmak için, yani o sorumlulukla okunmalı. Buradan saadet ortaya çıkar. Aksisi hobidir, yani kendini kandırma zanaatı ya da sanatı. Buradan da mutluluk peyda olur.

Saadetin vaadi bu dünyada ahlak, öbür dünyada selamettir. Selamet her şeyin istediğimiz gibi gitmesinin sonucunda elde edilen değil, saadetin yani ahlakın doğal sonucudur. Göründüğü yer ise öbür dünyadır. İnsanı selamete götüren, saadet veren ve ahlaklı kılan mümtaz bir dizin dibinde oturabilmektedir. Miskinliği, suskunluğu, tembelliği, uyuşukluğu, ataleti insanın üstünden, ruhundan tutup attıran mümtaz bir diz lazım saadeti arayana. Arayıştaki bu derviş, zahitliğine halel getiren işlere meyletmez. Onun her işinde, her duygusunda, her düşünmesinde Rabbi vardır. Rabbi ona emreder, o da onu yapar. Hakiki eğitim demek olan terbiye tam da buradan gelir. Sözü Yunus Emre’ye bırakalım:

Zinhar gözünü aça gör, nefis tuzağın seçe gör.
Dost menziline geçe gör, ondan yeğrek durak nedir?

Mukadderat, boyun eğilmesini ister. Yücelik karşısında konuşan yahut konuşmayı düşünenler için ateş, bekleyendir. Ram olmak amade olmaktır.

Vuslat eri oldun ise, bu dert ile firak nedir?
Dostu yakın görün ise, bu baktığın ırak nedir?
Vuslat eri olan kişi, gerek varlıktan el yuya,
Ey bu yola giden kişi, bir görelim durak nedir?
Vuslat eri oldun ise, göz hicabın bildin ise,
Dostu ayan gördün ise, bu varlığı bırak nedir?

Saadet, dünya ile ahiretin sorumluluğundan oluşan bir haldir. Helalin yasal olandan üstün olduğuna inanmakla ilgili bir şey daha çok. Amaçsızca ilim öğretmeye çalışan okulların aksine ilimleri zararlı, yararlı ve gereksiz diye ayıran bir anlayışın verdiği iç nizamdır saadet. Esasında bağımsızlık ve özgürlüktür. Mutluluk köleye ait geçici huzur; saadet bağımsıza ait direniştir. Mutluluk alınca, saadet verince; mutluluk söyleyince, saadet sukut edince; mutluluk olunca, saadet olmayınca var olur.

İlim hot göz hicabıdır, dünya ahret hesabıdır,
Kitap hot aşk kitabıdır, bu okunan varak nedir?
Söylersin ki gözüm görür, bu dava manaya erir.
Gündüzün gün şule verir, gece yanan çerak nedir?

Evet, bu dünya da her şey yolunda gidiyorsa, ya yol yol değil, ya her şey bir şey değil ya da giden bir şey yok. Çünkü bir yerden kovulanın dahası cennetten kovulanın yolunda giden bir şeyinin olması yadırganmalıdır. Zira şeytan ayartır. Ayartılan her şey de şeytana benzer. Şeytan ateştendir ve ateş her zaman yakar.  Ve yanan her şey ıstırap duymalıdır, çile yurdunda inzivaya çekilmelidir. “Yaptıklarının cezası olarak, bundan böyle az gülsünler, çok ağlasınlar” emrine inat mutluluk nâraları atılıyorsa sahtekârlık nâraları atılıyor demektir. Hasılıkelam saadet, “eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız”daki hale içkin olmaktır.

“Saadet, İsmail Aydoğan” için 2 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir