(Bânet Suâd Kasidesi)

Sevdalı gönüllere şu dünya gerçekten dar
Nerede o sâdık dost, hani nerde o diyar?
En sonunda bulmuştum gönlümce bir nazlı yar
Bugün kalbim çok üzgün, gitti sevgilim Suâd
Kölesiyim ben onun, asla istemem âzâd

Avcısından kaçmakta Suâd ceylan misali
Boğuk boğuk inlerken tükenmişti mecali
Gördükten sonra artık unutamam o hali
Sürmeli gözleriyle o ne mağrur bakıştı
Çöken ayrılık hüznü yüzüne pek yakıştı

Nedir güzellik dersen, gel onu Suâd’da bul
Önden ince bellidir, kalçalar tombul tombul
Hangi âşık istemez, olmaz böylesine kul?
O ne boy pos ya Rabbi… ne uzundur ne kısa
Kim görmüş böyle endam, göstersin eğer varsa

Şarapla mı ıslanmış, o ne güzel dudaklar
Dalından yeni kopmuş elma gibi yanaklar
Benden kıskandığını bilsem kim için saklar?
Gülümseyince parlar dişleri kar beyazdır
Güzele yakışan da hem nezaket hem nazdır

Onun ağız suyundan dudakları ıslaktır
O su, vadiden sızan sular kadar berraktır
Esen kuzey rüzgârı serinletmiş apaktır
O dudak İsa gibi ölüye hayat verir
Gülümseyince Suâd o an yüreğim erir

Gece boşalan bulut ak dağların başına
Ne kadar arı duru, benziyor gözyaşına
Pınardaki çerçöpün kapılma telaşına
Esen rüzgâr temizler orda birikenleri
Yağmurla esen rüzgâr gidermekte kirleri

Ne iyi dosttu Suâd, sadakat gösterseydi
Bana vadettiğini yerine getirseydi
Hiç olmazsa verilen öğüdü dinleseydi
Çekip gitti buradan şimdi uzaklardadır
Neyler ne işler bilmem, belki başı dardadır

Ah Suâd, yaptıkların sanma kalır yanına
Yalancılık döneklik işlemiştir kanına
Hele sadakatsizlik, yakışır mı şânına
Canımdın, cânânımdın, neden beni terk ettin?
Hasretinle tutuşan bir yürek koyup gittin…

Bir hayalet mi Suâd, her bir şekle bürünür
Cilvesiyle âşığa farklı renkte görünür
Sevdasına yelenler mecnûn olup sürünür
Gel Suâdım gel canım, etme bize bu nazı
Âşığa zulmedenin kabul olmaz niyazı

Takdir bekler güzeller, söylemekten utanır
Asılsız övgüleri birer iltifat sanır
Ne aldatmaktan bıkar ne cilveden usanır
O bir yanar dönerdir, sadakat yok özünde
Su durursa kalburda Suâd durur sözünde

Aldanıp da va‘dine hayaller kurma sakın
Bağladıysa ümide, bil ki dönmesi yakın
Sırılsıklam âşığın şu haline bir bakın
Yalan rüyalar gibi boşa çıkmış ümitler
Vefasızdan vefayı ancak saf olan bekler

Vâdetse de vuslatı, inanma sözlerine
Gözler yalan söylemez, dikkat et gözlerine
Bu yalanlar korkarım duracak dizlerine
Urkûb’dan mı öğrendin usturuplu yalanı?
Sevdalı gönle karşı kim yapar bu talanı?!

Kalbimdeki sevgisi her an artsın dilerim
Budur bütün emelim, gerisi Allah kerim
Şayet gönlünden beni silmişse ben n’iderim?
Sanmam ki vuslatına ermek pek mümkün olsun
Bari cenazeme gel, va‘din yerini bulsun

Suâd’ın bulunduğu o diyara bir varsam
Akşam ıssızlığında halin ne diye sorsam
Hasta ise elimle bir yudumcuk su versem
Onca uzak ve ıssız yolu kim göze alır?
O vâhaya en güçlü develerle varılır

Suâd’a götürecek hecin devesi gerek
Sağlam yapılıdır o, yorulmaz yürüyerek
Hem gider hem dinlenir katır gibi sekerek
Âşık engel tanımaz, çölleri aşar gider
Ölmek var dönmek yoktur, olsa da kanı heder

Kilitlenip hedefe hızlıca yol almalı
Silinse bile izler, o yolunu bulmalı
Kulak altından terler fışkırıp damlamalı
Böyle soylu develer terledikçe açılır
Arap ya leyl!.. çekince yola neşe saçılır

Kızgın güneş altında sert zeminlerde bile
Aynı hızla yol alır; tasviri gelmez dile
Böylesi cins develer binde bir geçer ele
Yaban öküzü gibi gözler ufukta yürür
Zamanı mesafeyi kendi peşinden sürür

Sevgiliye götüren gerdanı dolgun deve
Erkeğinden de güçlü, alımlı olgun deve
Olunca böyle olsun, gerekmez yılgın deve
Alıp beni götürsün Suâd’ın obasına
Bulunmaz başka şifa çılgın aşk hastasına

Anımsatır erkeği o muhteşem cüssesi
Uzun ve kalın boynu, gayet dolgun çehresi
Aldırmaz zorluklara, tıkanmaz hiç nefesi
Bir mil tutar her iki adımının arası
Sanmayın ki bu sözüm bir Acem palavrası

Deniz kaplumbağası gibi parlak derisi
Şayet kalınlığını görmüş olsa birisi
Der ki, filinki bile ancak bunun yarısı
Zayıf keneler dahi yapışmaz derisine
Pislik böceği ürker, yaklaşamaz tersine

Hecin cinsi bir deve, iri dedikçe iri
Her organı uyumlu, düzgün yapılı biri
Boynu uzun, endamlı, kalmaz kervandan geri
Kardeşi babasıdır, soyuna diyecek yok
Amcası dayısıdır; bunu bilmeyenler çok

Öyle semirmiştir ki, görenler onu şaşar
Sanma ki gövdesinde cılız haşere yaşar
Üzerinde gezinen keneler kayıp düşer
Gayet dolgun etine, her bakımdan kusursuz
Aynı hızla yol alır kalsa da on gün susuz

Yaban eşeği gibi hareketli ve dıvrak
Karın etleri çekik, yürüyüşü pek kıvrak
Göğsüyle ön ayaklar arası hayli uzak
Böylesi bir deveyle yolculuğa ne denir?
Hayran kalır görenler, biniciye imrenir

Tecrübeli bir deve ortaya yakın yaşı
Sanarsın ki kafası uzun palandız taşı
Tutam tutam kirpikler, belli belirsiz kaşı
Göz hizasından burna, oradan da gırtlağa
Dolanan yular çeker çevirir sola sağa

Kuyruğunun püskülü sanarsın hurma dalı
Meme üstüne sarkıp hafifçe dokunmalı
O narin dokunuşlar sütü fışkırtmamalı
Tamahım yok sütüne, bir şey gelmez yâdıma
Yeter ki kavuştursun sevgili Suâdıma

Soyuna çekmiş belli, kemer burunlu deve
Kulaklarını gören anlar kurumlu deve
Yanakları pürüzsüz yoldan sorumlu deve
Kim istemez böyle bir deveye sahip olmak
Büyük talihsizliktir bundan mahrum bulunmak

Gayet ince ve güçlü ayaklar yolu tanır
Öylesine hızlı ki, gören uçuyor sanır
Böyle rahvan deveye uzun yol mu dayanır
Yemin etse günaha girmez uçuyor diyen
Varsa böyle devesi, bahse girsin dileyen

Mızrak gibi bacaklar güven verir bakınca
Yolda çakıl taşları teşkil etmez sakınca
Parçalayıp dağıtır ayağını basınca
Taşırgamaz ayaklar, gerek yoktur pabuca
Aldırmaz yürür gider bir uçtan öbür uca

Yakan güneş altında terledikçe hızlanır
Yol boyunca tepeler serapla sarmalanır
O yılmadan yürürken başkaları darlanır
Sayılmaz adımları o derece süratli
Ona kavuşmak için olmalı Arap atlı

Kertenkelenin sırtı güneşin şiddetinden
Külde pişmiş ekmeğe döner hararetinden
Böyle bir günde bile o düşmez süratinden
Bu nasıl bir metanet, sakın nazar değmesin
Ateşe dayanıklı yoksa semender misin?

Mor kanatlı çekirge uçamaz o sıcakta
Serilir çakıllara güç bitince bacakta
Aranır bir sığınak münasip bir bucakta
Der ki kervancı başı, develeri yed’iniz
Bu sıcakta gidilmez, istirahat ediniz

Kafileye kervancı sıcakta mola vermiş
Sanarsın bizim deve o yola henüz girmiş
Hani vardır ya kadın, çocuğunu yitirmiş
Feryat ederek onun diz ve sîne dövüşü
Benzer ona devenin süratli yürüyüşü

Ağıtlarla annenin o döktüğü dilleri
Şuursuzca çırpınıp yorgun düşen kolları
Yürek mi dayanır hiç görünce bu halleri
Kimisi yavrusunun ardından yanar ağlar
Kimisi sevgiliyi hasretle anar ağlar…

Kurşun yemiş av gibi şuursuzca dönerek
Yakasını bağrını parçalar dövünerek
Kalmamış gözünde yaş ağlayıp sürünerek
Evlat acısı derler, acıdan da acıdır
Ölüm karşısında kul, şaşkın ve duacıdır

Devenin çevresinde, söz taşıyıp öç alan
Bu toplanan gürûhun söyledikleri yalan
Bilir misin dediler, kim sana haber salan?
Peygamber’in emridir, derdest edileceksin
Ebû Sülmâ’nın oğlu, sen kesin öleceksin!

Aldım acı haberi, dostlarımı dolaştım
Elimden tutar diye nicesine ulaştım
Ümit vermedi kimse, gerçekten buna şaştım
Bana söyledikleri “Bizden sana fayda yok”
Nihayet anladım ki, sözde dostlarım pek çok!…

Dedim ki o gürûha, ey küstah babasızlar!
Çekiliniz yolumdan, sizi gidi arsızlar!
Kalbiniz kinle dolu, imanda kararsızlar!
Hiç mi duymadınız siz, bunda herkes birleşir
Rahmân’ın her takdiri, mutlaka gerçekleşir

Anasından her doğan uzun yaşasa bile
Binecek tahta ata bekler zamanı gele
Ömürdür çabuk geçer, günler savrulur yele
Ayrılmak kaçınılmaz, ıssız kalır ocağı
Her şey aslına döner, toprak ana kucağı…

Haber geldi, Peygamber ceza verecek sana
Baş üstüne kararı, kanım helaldir ona
Bilirim Resûlullâh daima aftan yana
O kerem sahibidir sığınanı bağışlar
Bağışlanan bahtiyar, hayata yeni başlar

Hidayeti lutfeden sana Kurân’ı verdi
Hikmetle, öğütlerle hakikati gösterdi
Sayende bunca insan zulmetten nura erdi
N’olur yâ Resûlallâh, biraz mühlet ver bana
Hakkımda yalan haber uçuranlar çok sana

Her ne kadar çoksa da hakkımda dedikodu
Bunların tamamını hasımlarım uydurdu
Mert olana sözüm yok, fakat arkadan vurdu
Kıskançlık, koğuculuk hiç sığar mı Kitab’a
Hasmımın sözü ile çekme beni hesaba

Yemin olsun, yerimde bir başkası olsaydı
Bulunduğum konumda şayet fil bulunsaydı
Görüp duyduklarımın yarısını duysaydı
Eminim ki heybeti karşısında titrerdi
Ne muhteşem şahsiyet… O bir eroğlu erdi!

Resûlullâh affeder Allah izin verince
Korkuya gerek yoktur, o araya girince
Tevbende samimiysen bu en büyük güvence
İnsan her an kendiyle söyleşip yüzleşmeli
Ruh ikliminde yeni boyutlar gelişmeli

Resûl’ün huzuruna ben isteğimle gittim
Sağ elimle elini tutarak biat ettim
İşte o an kendimi en bahtiyar hissettim
Söz onun, meydan onun, kapalı cümle kapı
Açıktır insanlığa onun kurduğu yapı

Konuşurken onunla “anlat bakalım” derse
Duyduklarını bir bir o an önüme serse
“Sorumlusun” diyerek hakkımda karar verse
Başım eğik huzurda heybetinden eririm
“Utanmadın mı” derse ben ne cevap veririm?…

Bence sevgili Resûl, merkezinde Asser’in
Sarmaşık ormanında yavrularından emin
Yatmakta olan aslan, keyf eder serin serin
Böylesi bir aslandan daha heybetlidir o
Evet heybetli fakat, gayet şefkatlidir o

Erkenden ava çıkar, ünlüdür savletiyle
Yakaladığı avı parçalar kuvvetiyle
İki yavrusunu da besler insan etiyle
Toprağa belense de parçaladığı eti
Yedirir yavrusuna, bu aslanın âdeti

Duyunca ürperirsin onun kükreyişini
Bu bir peşrev sayılır, mutlu eder eşini
Karşılaşsa hasmıyla tez bitirir işini
Süzülerek hedefe kurşun hızıyla gider
Bir göğüs çarpmasıyla hasmı hurdahaş eder

Öyle bir aslan ki o, her ortamda avlanır
Çöller vahalar onun, fütürsuzca dolanır
Görse yaban eşeği, o an mıhlanıp kalır
Bulunduğu vadiye insan ayak basamaz
Yaklaşırsa semtine imkânı yok yaşamaz

Kendisine güvenen varsa yiğidim diye
Gidecek olsa onun yaşadığı vadiye
Sadece parçalanmış zırhı kalır geriye
O aslana yaklaşan derhal belasın bulur
Paramparça vücudu kurda kuşa yem olur

Şüphe yok Resûlullâh aydınlatan bir nurdur
Onunla aydınlanmak bulunmaz bir huzurdur
Ümmetinden sayılmak başlıca bir gururdur
Gerçi Hint işi kılıç değerlidir, pek çoktur
O Allah’ın kılıcı, onun gibisi yoktur

Kureyş’ten bir topluluk kutsal Mekke şehrinde
Seçmişlerdi İslam’ı putperestlik devrinde
Müşrikler hayat hakkı vermedi evlerinde
Peygamber buyurdu ki, artık burdan gidiniz
Peyderpey Medine’ye kalkıp hicret ediniz

Nurdan bir kervan gibi çekilip gitti onlar
Önlerine çıkacak düşmanla çarpışanlar
Yalnız güçsüz, silahsız, mecalsizdi kalanlar
En sonunda müşrikler her taraftan sarıldı
Sabreyle kutlu Kâbe, şirkin beli kırıldı

Kahraman muhacirin başı dik, gayet vakur
Sanarsın ki zırhını Davud peygamber dokur
Kuşanmış silahını dilinde tevhid okur
Bekle İran ve Bizans sıra size gelecek
Allah’ın va‘di haktır, fetih gerçekleşecek

Gayet sıkça örülü o zırh düğüm düğümdür
İç içe halkaları sanki boğum boğumdur
Ok işlemez denen zırh işte bu kördüğümdür
O mübarek sahâbe ikmalde kusur etmez
Tam tekmil donanmadan asla savaşa gitmez

Attıkları her okun hedefini bulması
Mutlu etmez onları düşmanın vurulması
Savaştan beklenen şey, barışın kurulması
Hedef Hakk’ın rızası, başka gaye gütmezler
Mağlup olsalar bile pek fazla üzülmezler

Beyaz develer gibi yürürken gayet emin
Ürpermekte görenler, titremektedir zemin
Gerektiğinde serttir, yerine göre nermin
Ashâbın tekbirlerle meydana çıkışını
Gören siyah düşmanın seyreyle kaçışını

Ne ürküntü ne korku ölüm denizlerinden
Galibiyet sevinci okunur yüzlerinden
Yürüyecek nesiller onların izlerinden
Arkadan vurulmanın hesabı ağır olur
Yiğitler ya göğsünden ya alnından vurulur

 

 

Şiirin Alıntılandığı Kaynak: İslâmî Edebiyatta Şaheserler, Prof. Dr. Mahmut Kaya, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul, 2018

 

“KA’B BİN ZÜHEYR – KÂSİDE-İ BÜRDE” için bir yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir