Türk eğitim sistemi öğrencilerin yeteneklerini neden geliştirememektedir? Bu soru çok uzun süreden beri sorulan bir sorudur. Bu sorunun yanıtı için önce yeteneğin ne olduğunu vuzuha kavuşturmak gerekir. Yetenek, eski ifadeyle kabiliyet, iki türlüdür. Birincisi öğrenim görmeden gelişen, diğeri ise öğrenimle geliştirilendir. Birincisi Allah vergisi kabiliyettir. Doğuştan gelir. Tohum gibidir. Bu nedenle onu geliştirmek gerekir. Geliştirilmezse yine de ortaya çıkar ama yönünü bulamadığı gibi toplumsal faydası az olur. İkincisi ise beceridir. Bu nedenle doğuştan geldiği söylenemez. Öğretime muhtaçtır. Birincisinden sanat, ikincisinden zanaat doğar. Sanat özgün, özel ve bireyseldir. Herhangi bir tekniği, kuralı, araçları ve ritüelleri yoktur. Zanaat ise belirli bir tekniği ve kuralları, planı ve araçları vardır. Sanat için kabiliyet gerekliyken, zanaat için herhangi bir hedef veya amaç (genellikle ekonomiktir) yeterlidir. Sanat bir ruh işiyken, zanaat bir beceri işidir. Zanaatta sanat gereklidir ama sanatta zanaat gerekli değildir. Zanaat sanatsız olduğunda ortaya çıkan şey, faydacılıktır.
Peki, eğitim sistemleri sanatla mı uğraşır yoksa zanaatla mı? Elbette her ikisiyle ama daha çok zanaatla uğraşır. Bunun için mesleki ve teknik okullar açılmıştır. Eğitimin sanatla ilişkisi somut değil soyuttur. Bir başka ifadeyle eğitim sistemleri sanatsal bir ruh verir ya da vermelidir. Bunu da edebiyat, müzik ve şiirle yapar. Bu ruh, öğretimle gerçekleşen zanaatta güzellik olarak ortaya çıkartır. Misal, meslek liselerinde bir masanın nasıl yapılacağı öğretilir. Bu teknik bir meseledir. Eğer öğrencilere sanatsal bir ruh verilmezse, masanın işlevselliği ön plana çıkar, eğer verilirse, masanın işlevselliğinin yanı sıra güzelliği de ortaya çıkar. Bir şeyin tek başına işlevsel olması bir şeydir, ama aynı zamanda güzel olması her şeydir.
Eğitim sistemleri çoğunlukla zanaatla uğraşır. Yani kişiye ve topluma fayda sağlayacak bilgi ve becerileri kazandırırlar. Bu nedenle hemen hemen tüm ülkeler, eğitim sistemleriyle, kişinin meslek edinmesi için zekâsına ve becerisine odaklanır. Bireylerin sanatsal yanını geliştirmek için ise müzik ve resime önem verirler. Batılı ülkelerde ve bizde bu özellikte okullar vardır. Ancak batılı ülkeler gerek zanaat gerekse sanat anlamında bireylere yarar sağlarken, Türk eğitim sistemi bu konularda neden yetersizdir?
Öncelikle belirtmek gerekir ki batılı ülkelerin eğitim sistemlerinden de sanatsal ruh taşıyan insan yetişmemektedir. Kaldı ki resim ve müzik (bizim okullarımızdaki resim ve müzik bu ülkelerden etkilenme nedeniyle vardır), batının bir zamanlar geliştirdiği ama şimdilerde onu da geliştirmediği alanlardır. Batı hem resmi hem de müziği teknik bir mesele olarak görmekle sanatsal olmaktan uzaklaşmıştır. Bugün batı, sanat ruhu krizindedir. Ne klasik batı müziği kalmış ne de resim kalmıştır. Son yüzyılda batı eğitim sistemi Mozart, Beethoven, Çaykovski gibi dehalar yetiştiremediği gibi Michelango, Leonardo da Vinci gibi üstatlar da çıkaramamaktadır. Karakoç’un[1] ifadesiyle Rönesans sonrası batı, mimaride yaratıcılık gücünü dönemin ilk yüzyıllarında yitirmiş, müzikte büyük parlak çağını 19.asırda kapamış, edebiyat ve resimde ise son direnişlerin verimleriyle ve güçsüz bir umutla yeni aramalar dönemine girmiş, heykeltıraşlıkta da hiçbir zaman eski Yunan ve Roma heykeltıraşlığının yanında kayda değer bir atılım gösterememiştir.
Bu nedenle son dönemlerde batılıların eğitim sistemleri, kayda değer bir sanatçı yetiştirememekte ama sıradan insana bu alanlarda teknik beceriler verebilmektedir. Yani sanat ruhundan uzak bir anlayışla, sadece teknik bir olgu olarak sanat türlerini gençlerine vermektedir. Bunu da sanat değil zanaat olarak görmek gerekir. Bugün neredeyse her batılı bireyin sanatın bir türünde becerisi vardır: Ya resim yapabilmekte ya bir enstrüman çalabilmekte veya heykel yapabilmektedir. Ancak tekrar etmekte fayda var ki, bunları ne birer sanatsal faaliyet olarak görmek mümkün ne de sanatsal bir ruh oluşturan araçlar olarak görmek mümkündür. Bunlar sadece matematik dersi gibi derslerden sadece biridir. Batılı eğitim sistemlerinin beceri (skill) düzeyinde verdiği bu özelliklerin sanatsal (art) bir nitelik kazanabilmesi için metafizik bir bakış açısı, ciddi bir din eğitimi lazımdır ki, bunlar, sekülerizmin, materyalizmin veya kapitalizmin belirleyici olduğu iklimin önem vereceği bir olgu olmaktan uzaktır. Dolayısıyla batılı eğitim sistemlerinin sistemlilik özelliği gösteren yapısı, bu beceriyi de rahatlıkla bireylere kazandırabilmektedir. Ancak bu becerilerin, bizim gibi ülkelerde bir sanat olarak anlaşılmasının da üzüntü verici bir durum olduğunu belirtmek gerekir. Bunun iyi bir şair olan Neron’un zalim bir kral olması gibi sonuçlar doğurması hem mukadderdir hem de bir gerçektir. Öte yandan Mimar Sinan’ı mimarların üstadı yapan onun bilgi ve becerisi değildir. O dönemde çok sayıda mimar vardır ve onların bilgi ve becerisi Mimar Sinan’dan az değildir. Mimar Sinan’ı diğerlerinden farklı kılan ondaki sanatsal ruhtur. Farabi, döneminin eğitimcilerinden sadece biridir. Ama Farabi’yi Farabi yapan dönemindeki eğitimcilerin sahip olduğu bilgilere sahip olması değildir, sanatsal ruhudur. Şinasi de bir edebiyatçıdır, Yahya Kemal de edebiyatçıdır. Ama Yahya Kemal’in farkı taşıdığı sanatsal ruhtur.
Bizim ülkemizde uzun süre önce sanatsal ruh taşımada önemli katkı sağlayan divan edebiyatının müfredattan çıkarılması ya da azaltılması ciddi bir yaralanmaya neden olmuştur. Ayrıca, Yahya Kemal, Mehmet Akif Ersoy ya da diğer şairlerin şiirlerinin ezberletilmesi geleneği de neredeyse ortadan kalkmıştır. Oysa bizim tarihimiz biraz da şiirin tarihidir. Osmanlı, şair liderlerle yönetilmiştir. Osmanlı padişahlarından Osman Gazi, Orhan Gazi, I. Murad, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, I.Ahmet, III.Ahmet, II.Mahmut hem şairdirler hem de kendi dönemlerinde şairleri korumuşturlar. Örneğin;
Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etdi felek (Gözlerime felek nasıl büyü yaptı bilmiyorum)
Giryemi kıldı füzun eşkimi hun etdi felek (ama çok fazla ağlattı, özümü kan içinde bıraktı)
Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan (aslanlar bile gücümün korkusundan titrerken)
Beni bir gözleri ahuya zebünn etti felek (felek beni bir ceylan gözlüye esir etti)
dörtlüğü Yavuz Sultan Selim’in sanatsal ruh halini ortaya çıkarmaktadır. Bu ruh hali bir miskinlik yaratmaz. Çünkü aynı Yavuz, devletin bekası için savaşmaktan çekinmemiştir. Cahit Zarifoğlu’nun ifadesiyle “şair aşka boyun eğer, zulme değil”.
Şiir insanın ruhunu hem temizler hem yüceltir. Ahlakın güzelliği şiirle oluşturulur. Şiir insanı eğitir. Denilebilir ki divan edebiyatının dili hayli ağırdır. Divan edebiyatının dili ağırdır ama günümüzde kullanılan dilde hayli hafiftir. Bunun çözümü divan edebiyatını müfredattan kaldırmak değil, onun öğrencileri anlamasını sağlamaktan geçer. Ayrıca divan edebiyatını geliştirmek de gerekir. Bunun da yolu hem öğretmenlerin hem de öğrencilerin bu güzergâhta ilerlemesini sağlamak geçer. Ayrıca sadece divan edebiyatı değil, diğer şiir akımlarından da yararlanmak gerekir. Şiir bir şekilde eğitim-öğretimin merkezi haline getirmek lazımdır. Öte yandan şiir ve edebi metinlerin ezberletilmemesi, üzerinde analizler yapılmaması günümüz insanında hafıza zayıflığı problemini yaratmıştır. Mevlana’nın mesnevisi, Yunus Emre’nin şiirleri, Divan şairlerinin şiirleri, gazeller, ruh güzelliği oluşturması bakımından hayli önemlidir.
Ayrıca klasik Türk müziği, Türk sanat müziği ya da Türk halk müziğine karşı batılı bir tutum sergilenmesi yani küçümsenmesi, bu müziklerin etkisini azaltmıştır. Türk müziğinin hem eğitim müfredatından çıkarılması hem radyo ve televizyonlarda öncelikli hale getirilmemesi popülizmin doldurduğu “gürültü”lerin müzik olarak lanse edilmesine neden olmuştur. Müzik bir enstrümanda ustalaşmak olduğu kadar beste ve güfte de yapabilmektir. Müziğin hitap ettiği organ kulaktır. Kulak ne duyarsa insan onu dinler. Müzikte tamamen kulağa dayalı olan bir öğrenme süreciyle gelişen bir anlayışa sahiptir. Bu nedenle türk müziğinin her türüyle her yerde karşılaşmalıdır. Sosyal bir meşk ortamının oluşması sağlanmalıdır. Neden teneffüs zillerinin melodisi bir sanat müziği olmasın ya da bir türkü? Neden etkinliklerde bizim müziklerimiz çalmıyor? Neden okul koridorlarında bizim müziklerimiz icra edilmiyor? Neden eğitimde bir türkü günümüz, sanat müziği koromuz, gazel ekibimiz yok?
Ayrıca meslek liselerinin üretiminde yerli ürünlere önem verilmesi önemsenmesi gerektiği gibi bu ürünlerin kültürel olmasının da önemli olduğu müfredatın vazgeçmeyeceği alanları olmalıdır. Bugün kimi meslek liselerinde üretilen ev eşyalarının işlevselliği önemsenmekte ama sanatsal yanı önemsenmemektedir. Bu üzerine durulması gereken bir durumdur. Bu batılıların yaptığı anlamında beceri düzeyinde bile olsa önemlidir. Meslek liseleri meslek öğretmelidir ve bunu sanat kültürümüzle birlikte yapmalıdır. Çünkü bir şeyin üretilmesi değil güzel üretilmesi önemlidir.
Öte yandan kimi insanlar doğuştan yeteneklidir. Bu yetenek öncelikle keşfedilmelidir. Sonra da kendi mecrasında gelişmesi için olanaklar sağlayarak toplumsal fayda haline getirilmelidir. Sözün özü, eğitim sistemimiz insanımızın çeşitli alanlarda becerisini geliştirmeli, yetenekli olanları da bulup onların önünü açmalıdır.
Yetenek denilince akla sadece resim ve müzik gelmemelidir. Bunların dışında hitabet, dinlemek, matematik, şiir, edebiyat ilgisi, hareketlilik vb. birer yetenektir. Mesele herkes konuşur ama bazı insanlar daha güzel konuşur; herkes dinler ama bazı insanlar daha güzel dinler; herkes matematik bilir ama bazıları daha hızlı çözer, herkes şiir yazabilir ama bazıları daha güzel yazar. Yani bir şeyin hiç bir eğitime tabi tutulmadan güzelliği ortaya çıkıyorsa bu yetenektir (talent). Eğer eğitime tabi tutularak çıkıyorsa bu beceridir (skill). Resim kursuna giderek resim yapılabilir ama bu bir yetenek değil beceridir. Herhangi bir kursa gitmeden muhteşem resim yapanlar vardır, bunlar ressamdır. İşte bunlar yetenektir. Okullar bu insanlara ortam hazırlamalı ve yönlendirme yapmalıdır. Bunun da yolu bilginin duyguyla yoğurulması, aklın vicdanın emrine verilmesi, en önemlisi, her şeyin idealin çocuğu haline getirilmesinde yatar. İdealin ise bir inanma işi olduğunu unutmamak gerekir.

—————————————————————
(*)Prof. Dr. Kırıkkale Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü
[1] Sezai Karakoç, 2013, İnsanlığın Dirilişi, Diriliş Yayınları, İstanbul.