İsyan ahlakı, hareket felsefesi, iradenin davası, ahlak ve eğitim… Nurettin Topçu denildiğinde akla ilk gelen kavramlar bunlar.  Hastalıklarla boğuşan çocukluk “var olmak” için başarıya odaklanan bir gençliği doğuruyor. Başarılı bir öğrenim hayatı ise Paris’te felsefe öğrenimi görmekle mükâfatlanıyor. Ve Paris’te karşılaşılan mümtaz kişiler, onun kişiliğini ve düşünce dünyasını örüyor.

Nurettin Topçu, Osman Nuri olarak başlar hayata. Hatta lise diplomasında adı böyle geçer. Doktorasında ise adı Nurettin Ahmet’tir. Kimi zaman soyadı Topçuoğlu bile olur. 1960 yılından itibaren ise Nurettin Topçu olarak nihayetlenir. Topçu’nun adı ile imtihanı dönemin özelliği gibi görülebilir ama Osman Nuri, Nurettin Ahmet ve Nurettin Topçu olarak üç döneme ayrılan hayatı için adeta bir remizdir bunlar. Osman Nuri, dedesinin adıdır ama aynı zamanda tipik bir Anadolu insanı (çocuğu) özelliğini taşır. Nurettin Ahmet olarak sonlanan Paris yılları gelişme yıllarıdır. Nihayet Nurettin Topçu yılları ise olgunlaşmış bir insanı ortaya çıkarır.

Üç isimli bu hayat, doktora yapmak için gittiği Paris’te fikir dünyasını etkileyen üç önemli isimle, L. Massignon, M. Blondel ve H. Bergson’la karşılaşınca tekâmül merdivenlerinin zirvesine doğru yol alır. Bunlardan dönemin ünlü felsefecisi Massignon, bir tasavvuf tarihçisidir. Topçu’nun tasavvuf üzerine yoğunlaşması onunla etkileşimin etkisiyle başlamıştır. Blondel, mistik bir düşünürdür. Topçu’nun doktora hocasıdır. Hareket felsefesinin kurucusudur. Bergson ise felsefe-mistisizm ilişkisini en derin bir şekilde kuran düşünürdür.

Paris yıllarında tanıştığı bu insanların mistisizme, metafiziğe düşkün olması, Topçu’nun İslam mistisizmi denebilecek olan tasavvufla bağlantısını sağlamıştır. Ayrıca zaten Topçu derviş meşrep biridir. Öte yandan mizaç olarak da içli bir adamdır. Tüm bu etkilerle Topçu, tasavvuf erbabı olmuş hatta tasavvuf onda bir yaşam tarzı hâline gelmiştir. Doktora ve doçentlik eserleri (İsyan Ahlakı ve Bergson) dışarıda tutulursa diğer tüm eserlerinde mutasavvıf insanların özelliği olan içlilik, ıstırap ve aşk temalarının baskın olduğu görülecektir.

Türkiye’ye döndükten sonra Topçu’yu etkileyen üç insan: Kazanlı Nakşibendi Şeyhi Abdülaziz Bekkini, Hüseyin Avni Ulaş ve Remzi Oğuz Arık’tır. Abdülaziz Bekkini onu “şüphe çukurundan alıp, iman irtifalarına çıkarır”. Hüseyin Avni Ulaş, cesaretiyle, ilmiyle, ahlakıyla, duruşuyla ve direnişiyle Topçu’yu derinden etkiler. Paris’ten beri tanıdığı “Anadoluyu Fransa’ya getirmiş” olan Remzi Oğuz Arık ise onun dünyasında Anadolu ateşini tutuşturur.

Topçu’nun fikir yapısını üç ana sütun oluşturur: Hareket felsefesi, isyan ahlakı, iradenin davası. Maurice Blondel’in düşüncesi olan Hareket felsefesi Topçu için sıkıntılarına aradığı adeta bir cevap niteliğindedir. Çünkü hareket etmek, istenileni olmaktır. Hareket, kendi dileğini âlemin dileği yapmaya çalışmak değil, aksine âlemin dileğini kendi dileği yapmaya çalışmaktır. Aile, millet ve medeniyet, hareketin eseridir. Tam da bu noktada Topçu, insanı ve Anadolu insanını “İsyan Ahlakı”na davet eder. İsyan ahlakı bir doktora tezi olmaktan çok bir hayat tezidir. Topçu’nun isyan anlayışı, insanın kendi yetersizliklerini ve eksikliklerini gidermek için ilahi iradeye katılmasıdır. İnsanın isyanı, içinde bulunan tüm kötülüklere karşı gelmesi anlamındadır. Daha iyi insan olmak için mevcut kötülüklere savaş açmak, onları ruhundan, benliğinden uzaklaştırmaktır. İnsan isyan ederse gerçek özgürlüğüne, iradesine, merhamete, sorumluluk duygusuna kavuşur. Bu isyan ahlakına sahip olmak, iradenin davasına sahip olmakla mümkündür. İradenin davası demek, her tür düşünce ve davranışlarında Allah’ın çizdiği yolda ilerleyiştir. Ayrıca insan olmanın doğal olarak getirdiği ıstırapla yaşamak, ıstırabın yol açtığı gelişmeleri, ilerlemeleri sağlamak demektir. İradenin davası, dünyevi bir dava değildir. İrade davasının mukaddesatı ilahi iradeye iştirak etmekle vuku bulur.

Nurettin Topçu, hareket felsefesine, isyan ahlakına ve iradenin davasına karşı üç insan türünü tehlikeli görür: Yahudiler, sözde dindarlar ve taklitçiler.

Yahudiler, insanlığa dair insanlık ruhunun ortaya koyduğu bütün büyük ve güzel şeyleri yıkan millettir. Bütün insanlara, saf ve temiz hakikatlere saldıran millettir. Yahudilerin ileri sürdüğü fikirlerin özellikle Müslümanlarda mutlak hakikat, ebedilik, Allah ve ahlak kavramlarını sarstığını, insanlığın kalbi ve ruhu ile bağlandığı her güzel şeyi ve hakikati yıktığını belirterek Yahudilerin şer ile fitneye bulaşmadan yaşayamayacağını söyler.

Topçu, Yahudilerin kurduğu modern dünyada, Müslümanların inanma hâlini sert bir şekilde eleştirir. Her şeyden önce, İslam dünyasına asırlardan beri sığ bir zihniyetin egemen olduğunu söyler. Bu zihniyet, ruh ve fikri ikinci plana almış, İslam dinini birtakım hareketler sistemi haline koymuştur. Bu sözde dindarlar, mallarını satanlara ve alanlara cenneti vaat etmişler, kendileri ile alışveriş yapmayanları cehenneme göndermişlerdir. Bunlar, ruhtan sıyrılmış şekil ve hareketlerle bir taklit sistemini ortaya çıkarmışlardır ki bu, dini pozitivizmdir.

Topçu, Müslümanların Batı’yla temasının kötü başladığını söyler. Batı’nın ilim ve irfanının alınmadığını, bunun yerine madde ve cinsiyet hayatındaki cazibenin alındığını belirtir. Ayrıca ruhu olan aydınlarla Batı’ya uzanılmadığını, halkın basit duygularıyla uzanıldığını vurgular. Bu temasın da taklitle sonuçlandığını belirtir. Batılılaşmak adına yapılan inkılapların bizi yıktığını söyler. Batı’da gerçekleştirilen Sanayi Devrimi’nin baskınına uğranıldığını, bununla kültürün, örfün, ailenin, idrakin, ümitlerin bittiğini belirtir.

Topçu’nun içeriğini İslamileştirdiği ve bu nedenle de eleştirildiği üç kavram demokrasi, sosyalizm ve milletçiliktir.

Topçu’nun demokrasiyi teorik olarak yüceltirken pratiğe bakarak eleştirdiği görülür. Müslüman olarak demokrasiye inanmaz ve onu zorba hükümdarların zulmünden usanan insanlığın tepkisini içeren geçici bir rejim olarak görür. Kimi zaman da mesela Hüseyin Avni Ulaş’ın şahsında, demokrasiyi över ve demokrasinin ancak din ve iman kelimeleriyle anlaşılacağını belirtir.

Topçu sosyalizmi savunur. Lakin onun sosyalizm anlayışı, Anadolu insanını Allah yolculuğunda selamete ulaştıracak, ruhçu ve İslamcı bir sosyalizmdir. Sosyalizm davasına Yahudilerin Anadolu insanını sömürmesine ve Müslüman Türk kültürünün Batıcıların okullarında esir olmasına engel olmak, komünizm ve masonluk gibi yabancı ideolojilerden Müslüman Türk çocuğunu korumak için bağlandığını ifade eder.

İslam’ın ruhuyla temellenen Topçu’nun milliyetçiliği ise moda olan, popüler olan veya politik olan milliyetçilikten oldukça farklıdır. O, milliyetçiliği istismar edilen hâlinden ayırarak içeriği, kokusu, rengi, havası, iklimi, tadı İslam olan bir milliyetçiliğe yükseltir.

Son olarak 20 Kasım 1909 tarihinde İstanbul’da başlayan hayat serüvenine 21 kitap sığdırarak 10 Temmuz 1975 Perşembe günü öbür dünyaya göç eden Topçu’nun bir derviş olduğunu belirtmek gerek. Bu derviş, eylemle, isyanla, iradeyle, ahlakla ve eğitimle var olmuş, varlığını da bunlarla haykırmıştır. Bu haykırmada duyulan, aslında, kâinatın dehlizlerinde yükselen zikirdir. Onun zikri de böyleydi. Ne mutlu zikrini bulana…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir